"Cinayeti çözmemiz, devletin namus borcu" denilmişti.
Kime denilmişti? Uğur Mumcu'nun evinde eşi Güldal Mumcu'ya.
Kimler demişti? Başbakan Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin...
24 Ocak günü bu sözleri söyleyen Demirel 5 ay sonra Cumhurbaşkanı olmuştu. İnönü 8 ay sonra Başbakan yardımcılığından ayrılmıştı. İsmet Sezgin bakanlıktan istifa etmişti.
Ve o günden bu güne bu "namus borcu" ödenmedi.
Devletin bu namus borcu; Ahmet Taner Kışlalı için, Bahriye Üçok için, Muammer Aksoy, Necip Hablemitoğlu ve daha niceleri için de ödenmedi.
***
Her nedense bu ülkede, silahı olandan değil ama kalemi olandan korkulmuştu.
-Muammer Aksoy'dan, Bahriye Üçok'tan, Ahmet Taner Kışlalı'dan korkulmuştu.
-Abdi İpekçi'den, Çetin Emeç'ten, Necip Hablemitoğlu'ndan korkulmuştu.
-Ve daha nicelerinden...
En korkulan kalem ise Uğur Mumcu olmuştu.
-Kalemi kılıçtan keskindi Mumcu'nun.
-Yazdıkları köşesine sığmamıştı. Tehditler almıştı ama geri adım atmamış, kalemini satmamıştı.
-Ve o, 25'i aşkın kitabıyla ve de binleri aşan köşe yazısıyla iktidar sahiplerini sarsmış, adeta kimyasını bozmuştu.
Çünkü o, gericiliğin, tutuculuğun, vurgunculuğun, sömürünün, yolsuzluğun ve cinayetlerin üstüne gitmişti.
Çünkü o, ülkemizde ve bölgemizde gezen terörün sadece Türkiye'ye özgü bir olgu olmadığını, uluslararası boyutu olduğunu ortaya koymuştu.
***
Ve O, tam 34 yıl önce okumuştu bugün atlatılan büyük tehlikeyi.
Yani 15 Temmuz 2016 günü kendi meclisini bombalayan ve inancını ABD'nin hizmetine sunan bir cemaatin kanlı darbe kalkışmasını.
"Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra General vs. olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar" demişti.
O, tam 34 yıl önce görmüştü Türkiye'nin yaşanılan siyasal panoramasını.
"Türk'ü Kürt'e, Kürt'ü Türk'e, Alevi'yi Sünni'ye, Sünni'yi Alevi'ye düşman eden bir siyaset izleniyor. Günümüzün uğursuz siyaseti ve kanlı stratejisi budur" demişti.
Ve o, son günlerine kadar hem Türkiye hem de bölge üzerinde Amerikan ve İsrail politikalarını, özellikle CIA-MOSSAD-Barzani ilişkilerini deşifre etmeye çalışmıştı.
***
Ama uyarıları dinlenmedi. Ve o, bu uyarılarının bedelini hayatıyla ödedi.
Nitekim ölümünden 24 gün sonra, bindiği uçağın şüpheli bir şekilde düşmesiyle Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis öldü.
Kürt sorununun çözümünde önemli bir aktör olan Eşref Bitlis, İncirlik üssünden kalkan ABD uçaklarının, doğudaki gelişmelere Türkiye aleyhinde müdahil olduğunu söylemişti.
Amaç, Eşref Bitlis'in ölümüyle ülkede bir Kürt-Türk çatışmasının yayılması idi...
Ölümünden 5 ay sonra 2 Temmuz günü kanlı Sivas olayında Madımak oteli yakıldı, Alevi kökenli 33 aydın yanarak can verdi.
Ve 3 gün sonra, yani 5 Temmuz'da Sanki Sivas'ın intikamıymış gibi bir görüntü verilerek Erzincan-Kemaliye-Başbağlar köyünde Sünni kökenli 33 köylü kurşuna dizildi ve Başbağlar köyü yakıldı, yıkıldı.
Amaç, ülke genelinde büyük bir Alevi-Sünni çatışmasının fitilini ateşlemekti. Yine de bu ülke halkının toplumsal sağduyusu, ülke genelinde bir felaketin yaşanmasını önlemiş oldu.
***
İşte o, tüm bunları 34 yıl önce okumuştu, yazmıştı, uyarmıştı.
Ne yazık ki, hiçbir uyarısı dinlenmeyen ve de "Unutmayalım ki cesur bir kez, korkak bin kez ölür. Önemli olan, insanın böyle bir zamanda 'mezar taşı' gibi susmamasıdır" diyen bu kalem, yani Uğur Mumcu bir kış günü susturuldu.
24 Ocak 1993 günü evinin önünde, aracına konulan bir bomba ile.
Ama o, Anadolu halkından umudunu hiç kesmemiş, ölmeden önce şöyle seslenmişti.
"Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz, hepimizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi..." demişti.
Ve bu halk onu asla unutmadı ve de unutmayacak.