Yola çıktığımızda kendisine ayrılan koltuğunda şiirseverlerin, kalbi insanlarının yanında atan dostlarının yanındaydı şiirimizin köşe taşlarından, saygınlığını ve şiirlerinin değerini hiç kaybetmeyen Enver Gökçe. On bir saatlik yolculukta hakkında söylenenlere, okunan şiirlerine, hep bir ağızdan söylenen türkülere eşlik etti. Bu kadir bilir dostları onu sevince boğdu.

Şiir ve Enver Gökçe dostu Birhan Akarsu kardeşimizin gür sesiyle okuduğu gökçe şiirleri geceye ve yolculuğa damgasını vurdu.

Benim merakım biz sesimizi kendisine duyurabildik mi? Duyurabildiğimiz kanısındayım. 1981’de dostlarının arasından ayrıldığından beri pek çok etkinlikle anıldı. Şiirimizin en zorlu aşamalarını aşmış, bize bıraktığı iki şiir kitabıyla, derlediği Eğin Türküleri, manileri ve çeviri masallarıyla yazın dünyamızda seçkin yerini almıştır. Enver Gökçe adını günümüzde duymayan yoktur diyorum, şiir deyince akla gelen ilk adlardan biridir.

Enver Gšk E 2

Çit Köyü’ne ulaşan yolculuğun öyküsü oldukça ilgi çekicidir.

Dört yıl önce değerli yontucu Azimet Karaman’ın ellerinde şekil bulan büstü dostumuz Zeynal Gül’ün ofisinde bekledi müzesine konduğu ana değin. Birçok kez büstün etrafında şimdi aramızda bulunmayan İbram Erdem, Zeynal Gül, Abdülkadir Paksoy ve diğer yaşayan şair ve yazarlarımızla toplantılar yaptık, nasıl götüreceğimiz üzerine düşüncelerimizi açıkladık. Yolculuğa katılımın yüksek olup olamayacağı konusunda görüş alışverişinde bulunduk. Yolun uzun, zahmetli olduğu noktasında aynı görüşü paylaştık. Her şeye karşın Enver Gökçe Dostlarının bu yolu göze alabileceğini, bu yolculuğun gerçekleşeceğini düşündük. En son aşamada Zeynal Gül dostumuza kimse katılamasa bile iki kişi büstü götürür müzedeki yerine koyar döneriz, büst burada kalamaz dediğimi anımsıyorum.

İbram Erdem Öykü Şiir Dergisi etrafında kümelenen Enver Gökçe Dostları grubu olarak arayışlarımızın sonunda bir araçla olabildiğince kalabalık gitme görüşü ağır bastı. İbram Erdem’in eşi Münevver Erdem Aksoyak, Meltem Aksoyak ve Zeynal Gül öncülüğünde bir tur şirketiyle anlaşarak katılım duyurusu yapıldı. Beklediğimin üstünde bir katılım gerçekleşti. Yirmi kadar şair ve yazar aynı araçla yola çıktık. Gelemeyeceğini bildiren dostlar da oldu. Çit Köyü’ne kadar kendi olanaklarıyla gelen dostlar da vardı.

Keyifle süren yolculukla, modern iletişim cihazlarının azizliğiyle dağı tepeyi, toprak yolları dolaşıp, maden cinayetinin yaşandığı Ilıç’ı teğet geçerek Kemaliye’ye (Eğin) ulaştık.

Eğin’de bizi gazetezebra’dan Safiye Özşener ve ses sanatçısı Aysel Çiçek karşıladı. Muhteşem bir kahvaltı molasından sonra düştük Çit yoluna.

ÇİT

Enver Gökçe’nin dizeleriyle “ben böyle/taşların/çukurların/içinde kalmışsam” dediği taşın çukurun içinde bulduk kendimizi. “Haritada bile görülmeyen” bir küçücük köyü Anadolu’nun. Göç vere vere 7-8 aile kalmış köyde, çoğu yaşlı. Çocuk yok denecek kadar az. Aracımız dar yolların el verdiği kadar yaklaştı müzeye. Müzenin açık olmadığını öğrendik. Bizi karşılayan yeni muhtar açtı müzeyi. Gökçe’nin kullandığı araçlar, köylülerin bağ bahçe tarımında kullandıkları araçlar, köyden geriye kalan çeşitli üretim araçları sergileniyor müzede. Geriye kalan diyorum çünkü köyde fazla insan kalmamış, okul kapatılmış, çocuklar Kemaliye’de öğrenim görüyor.

Girip de dönülemeyen, aracın geri geri hareket etmesi gereken köy yolları. Büst ve kaidesi eller üzerinde taşındı müzeye. Bu gençlerden biri, Bedirhan,  yol gösterdi bana Enver Gökçe Müzesi’ne kadar. Sağlığında fazla önem vermeyen köylülerinden ikinci kuşak tam olarak sahip çıkmış ozanımıza. Babalarının, amcalarının şairimize ilgi göstermedikleri için çok üzgünler. Bizi Enver Gökçe’ye duydukları büyük saygıyla karşıladılar ve etkinliğe köylüleri olarak değer kattılar.

Ankara’dan toplayabildiğimiz kadar Gökçe kitapları ve imeceyle biraraya getirdiğimiz şiir, öykü ve romanlar, kendi kitaplarımızla azımsanmayacak kadar geniş bir kitaplık oluşturduk, daha önce armağan edilen kitaplarla birlikte iki kitaplık dolusu kitap oldu. Hepsini yeniden derleyip elden geçirdik. Bu kitaplığı genişletip kütüphaneye dönüştürmeye ve Çit’e gidişi daha sık gerçekleştirmeye söz verdik.

Büstün kaidesi üzerine yerleştirilmesinden sonra söz alan şairlerimiz ve dostlar Gökçe’nin yaşam mücadelesini kısaca anlattı, yalın Türkçe’siyle yazdığı şiirlerini okudu.

Müzeden sonra Köy Konağı’na geçtik. Bizi asıl şaşırtan yer burası oldu. Eski muhtar Mehmet sonat, yeni muhtar Suat İrfan Gazez, Kemaliye Belediye Başkanı Erdem Atmaca, Erzincan Üniversitesi’nden iki öğretim üyesi, Prof. Dr. Ali Demirsoy müzesi sorumlusu ve öğretim görevlisi Türkan Sarp, Kültür sanat gönüllüsü, rehber Şevket Gültekin, Eğin Konağı sahibi Ethem Kılıç, köyde ikamet eden yaşlı, genç tüm köylüler doldurmuştu konağı. Ankara’dan Gökçe Dostları grubu geliyor denince imeceyle muhteşem bir masa hazırlamışlar. Masaya yörede üretilen her şey; çeşit çeşit peynir, bal, dut pekmezi ve duttan üretilen helva ve benzeri kahvaltılıklar, tandır ekmekleri, ayran, gül suyu ve diğerleri. Açık büfe olarak hazırlanan yiyeceklerden istediklerimizi seçip tabaklarımıza aldık. Bardaklarımız boşaldıkça masaya ayran ve gül suyu getiriliyordu.

Etkinlik burada devam etti. Zeynal Gül’ün açış konuşmasıyla Kemaliye Belediye Başkanı’nın kısa konuşması oldu. Arkasından Çit yoluna düşen bütün şair ve yazarlar birer birer söz alıp şairimizin yaşam öyküsünden parçalar dile getirdi, birer şiirini okudu. Ses sanatçımız Aysel Çiçek sazıyla başlayınca tüm konak sessizliğe büründü. O muhteşem sesiyle ve köy kadınlarından hemen orada oluşturduğu küçük koroyla Eğin türkülerini söylemeye başlaması ve öylece sürdürmesi etkinliğin en renkli bölümünü oluşturuyordu. Bu ne güzel ses ve bu kadınlar sanki Aysel Çiçek’in kırk yıllık koro dostları gibi az görülür bir uyum içinde okudular Eğin Türkülerini. Eğin manileri okudu köyden kadınlar. Eğin manilerinin hemen hemen tamamını köyden kadınların yazdığını öğrendiğimizde çok şaşırdık. Cumhuriyet döneminde de, ondan önce de çalışmaya veya İstanbul’a gidip dönmeyen eşler için yakılmış maniler.

Etkinlik sonrası topluca Eğin’e (Kemaliye) döndük.

KEMALİYE (EĞİN)

Eğin’e döndükten sonra bir gece konaklayacağımız otele yerleştik. Kısa bir dilenmeden sonra akşam yemeğine otel lokantasına indik. Yemek uzun sürdü. Yemeği izleyen saatlerde hiç kimsede kıpırdayacak hal kalmamıştı. Gördüğüm kadarıyla herkes odasına çekildi. Sabah kahvaltı saatine kadar deliksiz uyumuşum. Kalktığımda henüz kalkmamış olan arkadaşlar vardı. Yine uzunca bir süre etkinlik hakkında söyleşilerle kahvaltımızı yaptık. Hemen her dostun yüzünden Enver Gökçe’ye vefa borcu ödemenin mutluluğu okunuyordu. Şiirimizin, özellikle toplumcu gerçekçi şiirimizin büyük ustalarından biri olan şairimize bu görevi yerine getirmenin erinci hepimizi sarmıştı. Yıllarca kıymet verilmeyen, yalnızca yazın çevresince tanınmış olan şairimizi doğum yeri olan Çit Köyü’nde ziyaret kanımca bir şaire verilebilecek en büyük ödüldür. Enver Gökçe’nin şiirleri de bize armağan. Gökçe’yi, halkının yaşamını ve geleceğini bin bir güçlüğe karşın yazmayı görev bilen şairimizi onurlandırmak her şairin görevi olmalı.

Kemaliye küçük bir ilçe, Çit’ten büyücek. Dağlar arasında, yeşilliklerin, çam ağaçlarının ve özellikle dut ağaçlarının her köşeye serpildiği, dut ve duttan üretilen çeşitli tatlıların her bakkalda, her köşede satıldığı, birçok ahşap ürünlerinin işlenip alıcıya sunulduğu dağlar arasında kaybolmuş duygu veren bir yerleşim alanı. Bütün yapıların cadde ve sokaklara bakan cephesi kesme çam kaplama. Taş  duvarların içinde yine çamdan bir sıra dikkatimi çekti. Dört beş taş sırası, ondan sonra kesme çam sırası, üstüne yine taş sırası ile devam ediyor duvarlar. Yapı inşaatı özelliği olarak göze batan bu örnek tek değil, hemen hemen her duvarda görülüyor. Bir başka özellik de bütün iş yeri levhaları kesme çam üzerine dağlama usulüyle işlenmiş yazılarla dolu. Pek çoğu da süslü sanat yazıları. İlçe bütün geleceğini turizme yatırmış görünüyor. Her alış-veriş merkezi turiste yönelik ve çok pahalı.

Kente dağılarak tüm eski veya onarılmış olan yapıları, çeşmeleri gezdik. Kentin her köşesinden Munzur’dan süzülüp gelen, gürül gürül su akıyor. Geçen sene Dersim Festivali kapsamında gezdiğim Ovacık ve Kırk Gözeler’e çok benziyor. Her adımda dut ağaçları karşılıyor sizi. Dut öyle bol ve dalları yerlere kadar eğilmiş ki elinizi uzatıp taze beyaz dut koparıp tadabiliyorsunuz.

Öğlen saat birde Ankara’ya dönüş başladığında görmeyi planladığımız Prof. Dr. Ali Demirsoy Doğa ve Tarih Müzesi görevlisi öğretim üyesi Türkan Sarp Hanım Şevket Gültekin ile birlikte bizi müze girişinde karşıladı. Türkiye müze ölçülerine göre en geniş ve görkemli olanlardan biri bu müze. Görülmeye değer o kadar çok tarihi eser var ki saatlerinizi alır gezmek. Yola devam edeceğimizi bilmemize karşın bir buçuk saatten önce çıkamadık. Yöreden çıkan tarihöncesi topluluklardan kalma buluntular, yörede kullanılan tüm araç-gereçler sergileniyor. En çok dikkatimi çeken bir fil iskeletinin düzenlenip sergileniyor olması. Bu fil cumhuriyetin ilk yıllarında armağan edilmiş, öldükten sonra da iskeleti Eğin’e getirilip, biyologlardan oluşan bir grup tarafından uzun çalışmalar sonucunda sergilenir konuma sokulmuş. Yavru fil imiş getirildiğinde, benim gördüğüm dev bir fil iskeleti.

Müze gezisinden sonra Ankara’ya doğru yola çıktık.

Aynı duyarlılık ve dostluk kardeşlik bağlarıyla yine on bir saatlik yolculukla Ulus‘ta eski Millet Meclisi önünde son buldu yolculuğumuz.

Bu etkinliğe katılan şair, yazar ve gazeteciler: Münevver Erdem, Meltem Aksoyak, Aysel Çiçek, Safiye Özşener, Zeynal Gül, Ömer Öneren, Hikmet Dönmez, Tekin Süllü, Ali Bülbül, Birhan Akarsu, Bayram Atakul, Abdülkadir Paksoy, Sami Aydoğan, Zaim Güzel, Müslüm Kabadayı, Yalçın Duman, Kenan Öz, Hasan Hüseyin Yalvaç.

Bunca yola, bu sıcak mevsimde sağlık sorunlarımızla birlikte, değdi mi sorusuna hiç çekincesiz yanıtım “Enver Gökçe için değdi.” olur. Sağlığında iş bulamayan, bulduğu işlerden kısa zamanda ayrılmak zorunda kalan, düzenin hapishanelerinde ömür tüketen “sınıf şairimize” değer bir etkinlik diyorum.

Temmuz 2024

(Sami Aydoğan, İbram Erdem Öykü Şiir Dergisi, Enver Gökçe Dostları Gurubu’ndan)

Sami̇ Aydoúan (Cit) 2Sami̇ Aydoúan (Cit) 1