Bu ülkenin kanlı ve karanlık bir günüdür 24 Ocak.
Çünkü 1993’ün 24 Ocak günü, “Kalpaksız Kuvayı Milliyeci” Uğur Mumcu’nun ölümünü hatırlatır.
Çünkü 2001’in 24 Ocak günü, Diyarbakır halkının çok sevdiği, cenazesinde sel olup aktığı Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın ölümünü hatırlatır.
Ve yılın her ayında bir şairin, bir yazarın, bir gazetecinin ve bir bilim insanının demokrasi için canıyla bedel ödediği günler hatırlanır.
Yani Server Tanilli’nin, Cavit Orhan Tütengil’in, Ümit Kaftancıoğlu’nun, Muammer Aksoy’un…
Ve Bahriye Üçok’un, Onat Kutlar’ın, Ahmet Taner Kışlalı’nın…
Elbette canıyla bedel ödeyen yalnız bu yazarlar ve de bu aydınlar değildi.
Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Musa Anter, Gaffar Okkan, Hrant Dink, Doğan Öz, Turan Dursun, Bedrettin Cömert ve Necip Hablemitoğlu bu ülkenin demokrasi kavgasında, canlarıyla bedel ödemişlerdi.
Ve daha da uzatılabilir bu liste.
***
Herhalde şimdi bir sormak gerekir:
Muammer Aksoy’u, Bahriye Üçok’u öldürenler hangi amaca hizmet etti diye…
Ve Abdi İpekçi’yi, Necip Hablemitoğlu’nu öldürenler neye hizmet etti diye sormak gerekir.
Ermenistan’la Türkiye arasında bir barış köprüsü kurmaya ve bu köprünün gönüllü mimarı olmaya çalışan Hırant Dink’i öldürenlere ve öldürtenlere…
Diyarbakır halkıyla devleti barıştırmaya çalışan ve de büyük ölçüde başarı sağlayan Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ı öldürenlere ve öldürtenlere sormak gerekir.
Evet, sormak gerekir “bu cinayetlerle ülkeye ne kazandırıldı” diye…
***
Ve sormak gerekir, Uğur Mumcu’yu öldürenlere:
-Bu ülkenin kurucu değerlerini “Tam bağımsızlık” vurgusuyla ayağa kaldırmak isteyen…
-15 Temmuz 2016 günü kendi meclisini bombalayan ve inancını ABD'nin hizmetine sunan bir cemaatin kanlı darbe kalkışmasını, yıllar öncesinden okuyan…
-“Türk'ü Kürt'e, Kürt'ü Türk'e; Alevi'yi Sünni'ye, Sünni'yi Alevi'ye düşman eden bir siyaset izleniyor. Günümüzün kanlı stratejisi budur” diyen…
-Ve de “Milliyetçilik, ‘vatan, millet, Sakarya, kan, ırk, bayrak’ edebiyatı mıdır, yoksa ulusun çıkarlarını, onurunu herkese karşı savunmak; yani tam bağımsızlık mıdır?” diye soran ve sorgulayan Mumcu’nun öldürülmesiyle ülke ne kazandı diye sormak gerekir.
Ve de tüm kitaplarında ve köşe yazılarında:
Hem ülke içindeki hem de ülke dışından taşınan karanlık ilişkileri, derinliğine yazarak ülke yöneticilerini uyaran...
Ve silah kaçakçılığı, uyuşturucu, mafya ve yabancı istihbarat örgütlerinin karanlık ilişkilerini ve de devlet içindeki derin yapılanmaları 30’dan fazla kitapla, binden fazla köşe yazılarıyla yeterince aydınlatmaya çalışan…
Yani “Kalemini satmayan, siyasete amigoluk yapmayan, milli duyguları yüksek bir aydın olan Uğur Mumcu’nun öldürülmesi ile Türkiye ne kazandı, Türkiye’ye ne kazandırıldı?” diye sormak gerekir.
***
Ve de yine sormak gerekir:
Bu konuyla ilgili her yazımda özellikle belirtmeye çalıştığım gibi, sanki bir el bu ölümden yararlanır oldu; cenaze törenine, “Mollalar İran'a” sloganı damgasını vurdu.
Cinayetin İslami bir operasyon olduğu vurgulandı. İran kaynaklı olduğu kanaati uyandırıldı; toplumsal tepki, ABD'nin baş düşmanı İran'a yönlendirildi.
Yani asıl hedef ve asıl amaç bu olmuş, cinayetin faturası İran'a kesilmişti.
Ve o gün, Türkiye siyaseti de buna inandırılmış; Mumcu'nun yazılarında özellikle işlediği devlet içindeki derin yapılanmalar, karanlık ilişkiler, uyuşturucu çeteleri gözden kaçırılmıştı.
Ve o günün başbakanı Süleyman Demirel “Cinayeti çözmek namus borcumuzdur” demişti. “Ama söz verilen bu ‘namus borcu’ tam 32 yıldır neden ödenmedi, neden çözülmedi?” diye sormak gerekir.
Ve de “Tüm bu cinayetlerin arkasındaki asıl karanlık irade neden aranmadı, neden sorgulanmadı?” diye sormak gerekir.
Evet, sormak gerekir; “Bu ülkede tüm bu cinayetlerle, özellikle Uğur Mumcu cinayetiyle bugüne kadar neden yüzleşilmedi?” diye…
İşte bu nedenlerle Türk sağının büyük yazarı Cemil Meriç, “Düşüncenin kuduz bir köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?” demişti.