Yaş ilerledikçe uyku saatim düşüyor, sabah erken kalkıyorum, ekmek ve gazete almak üzere en yakın büyük bakkala kadar yürüyor, bakkalın ortağı olduğunu anladığım kasadaki görevliyle iki çift laf ediyorum.  Esnaf ağzıyla olmadığını düşündüğüm serzenişlerle pahalılığa getiriyor sözü “Beyefendi kapıya kilidi vurduk vuracağız. Ne bu hal yahu! Toptancıdan pahalı alıyoruz, kârını üstüne koyup satmaya çalışıyoruz. Çürüğünü çarığını, kırığını çıkığını ayırdıktan sonra üstüne üç kuruş koyup etiketliyoruz. Yurttaş bunu dahi ödeyemiyor. Vallahi ne yapacağımızı bilemiyoruz. Veresiye yazdırmak isteyen bile çıkıyor ama bizde veresiye vermek yok, kasadan geçeni ister nakit ister kartla ödemek zorunda yurttaş.”

Sami Aydogan 261223Esnafı ağlıyor, tüketicisi ağlıyor, emeklisi, emekçisi açlık sınırı altında kalan asgari ücretle yaşamaya çalışıyor. Pazarda pazar esnafı ağlıyor, dolmuşta sürücü ağlıyor, yeraltı demiryolu ağında yolculuk eden yurttaş ağlıyor, Halk Ekmek kuyruğunda ucuz ekmek sırası bekleyen ağlıyor. Bu kadar dertleniyor da nedenlerini, bu gidişin sonunun nereye varacağını, bir yönetim değişikliği için olması gereken katkısını hiç kimse dile getirmiyor. Karanlıkta ses veren çıkmıyor.

Dilimin ucuna Nazım’ın

“Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin,

- demeğe de dilim varmıyor ama -

kabahatin çoğu senin, canım kardeşim! “

dizeleri geliyor.

Ekim-Kasım aylarını çöl turunda harcayan para işleri bakanımız 20 Aralıkta verdiği demeçte;

“Türkiye’nin paraya ihtiyacı yok. Arzuladığımızdan daha fazla para girişi zaten var” dedi. Sayın bakan  ayrıca ekonomide işlerin düzelmeye başladığını, uygulanan program dışında ülkenin başka bir seçeneği olmadığını söyledi.

Ülkenin en yetkili ağzından bunları duymak ve inanmak da biz dinleyici ahaliye düşer! Ne yapalım, biz her söylenene inanan kaval-maval ‘müptelalarıyız/düşkünleriyiz’!

Dün sabah gazete almaya giderken komşu evlerden birinin bahçesinden tırmık sesi duydum. Hafif sararmaya yüz tutmuş çimle kaplı toprağa sürtünmeden kaynaklanan “kırt kırt” sesine bir türkü eşlik ediyordu. Bu güne kadar karşılaşmadığım orta yaşlı bir adam hem bahçede dökülen yaprakları tırmıkla topluyor hem de kendi kendine orta perdeden mırıldanıyordu. Yürüdüğüm patika ile bahçe arasına çekilmiş tel çit ve çite sarılmış sarmaşık içeriyi göstermiyor, o nedenle de bahçedeki kişiyle gelip geçenler birbirini görmüyor. Belki de bu görülmezlik perdesinin verdiği serbestlikle gazel toplayan adamın sesi hafiften yükseliyor, daha da belirginleşiyor. Türkünün sözleri anlaşılır hale geliyor. Ezginin ‘Ordu’nun Dereleri’ türküsünün ezgisi olduğunu bildiğim türküyü yurttaşın sözleriyle, değiştirmeden, ekleme çıkarma yapmadan size aktarıyorum.

“oy Mehmedim Mehmedim

çölde gezer demedim

para arar demişler

vallahi ben demedim

çöllerim aman….”

Durum gösteriyor ki mangır tınlaması, yeşil kokusu henüz gelmiyor.

Yanarım yanarım da Mehmedimin çöl sıcağında taban patlatarak terlemesine yanarım!

23 Aralık 2023, Ankara