“Nasıl istersen” diye kabullendi Öztürk.
Geç vakit olmuş yatma zamanı gelmişti. Her zaman ben eşimle küçük odada uyuyor, anamın ve babamın yataklarını dersliğe taşıyor, onlar derslikte yatıyorlardı. Öztürk’ün gelmesiyle küçük bir değişiklik yapıldı. Derslikte, ben, babam ve Öztürk yattık; küçük odada da eşim ve anam yattılar.
Öztürk köyde kaldığı sürece masaların üzerine serilen yatakta yattı. Yer sofrasında bağdaş kurarak yemek yedi. Elini yüzünü benim ibrikten döktüğüm su ile yıkadı. Kapısız tuvalete, elindeki ibrik, geceleri el lambası ile gitti. Gaz lambasında oturdu geceleri. Hiç görmediği yufka ekmek, bulgur aşı, mantıyla tanıştı. Yufka ekmeğin nasıl ‘sunak’ (yufka ekmeğin bükülerek kaşık yerine kullanılması) yapıldığını öğrendi. Ve sıcak, samimi bulduğu gariban evimizde bir gün yerine, birkaç gün kaldı.
Geldiğinin ertesi günü yakın köy Tozluburun’a gittik beraberce. Tozluburun Köyü öğretmeni Mehmet Topuz’la tanıştırdım. Her konuda yardımcı olacağı olurunu aldık. Sonraki günler köyde gezdik. Muhtar Sarıların Hüseyin Ağa, oğulları Niyazi ve Mustafa ile tanıştırdım. Şevket Dede, Ali Rıza Dede’nin ‘ambar kolu’ dedikleri ambarın dış orta yerine yapılmış oturmalığında oturduk. Hatem Nene’nin yaptığı nefis ‘guymak’ı yedik. Yanımıza gelen Keçmenlerin Mustafa, Sokunun Hüseyin, Ali Gada ile tanıştırdım. O zamanlar Fehatlı Köyünün parçası olan Eskiören’den Topal Süleyman Hoca geldi. Ferhatlı’nın karşısındaki Dereköy’den Turan Ağa, Kasım... gelerek sohbeti koyulaştırdık. Birbirimizi incitmeden, candan şakalaşarak hoşça vakit geçirdik.
Ferhatlı Köyü “pur” dedikleri kalkerli kireç taşının oluşturduğu bir tepe üzerine kurulmuştu. Yaz aylarında çok sıcak olurdu. Purlar da öyle. Köylülerin “kuyruğu ölü” dedikleri, birkaç boğumlu akrepler, bu purların altında yuvalanıdı. Ve de öztürk Öğretmen, bu kuyrğu ölülerle tanıştı. Çünkü ileride onlarla koyun koyuna yatacak, arkadaş olacaktı. Bunların sokmamaları için nasıl tedbir alınacağını öğrendi. Bu kaçınılmazdı çünkü...
Ayrılık zamanı gelmişti Öztürk’ün. Şehre gidecek, yaptığımız devir-teslim tutanaklarını Milli Eğitim Müdürlüğüne sunacak, resmen görevine başlamış olacaktı Öztürk.
Geldiğimiz tozlu yoldan tekrar Hacıbey’e gittik. Tozlu yollardan geçerken yine pantolonu tozlandı Öztürk’ün. Hacıbey’e vardığımızda Eğitmen Ali Ağabeyle tanıştırdım Öztürk’ü. Eğitmen Ali Ağabey yaşlıca, saygın birisiydi. “Hocam köyümüzün yeni öğretmeni Öztürk Ergen Bey” dediğimde, benim Ferhatlı’dan başka bir köye gideceğimi anlamıştı Ali Ağabey. Ben yine de söyleyerek, Öztürk’ün geliş-gidişlerinde yardımcı olması için ricada bulundum:
“Ben başka köye gidiyorum. Öztürk Bey İzmirli. Bazı eşyalarını getirecek. Getirince, Ferhatlı’ya taşınmasında yardımcı ol” dedim.
“O benim görevim” dedi Ali Ağabey “Eşyanı buraya indirince bana haber ver. Ben Ferhatlı’ya ulaştırırım. Sen hiç merak etme...” diye Öztürk’ü rahatlattı Ali Ağabey.
“Allah’a ısmarladık” deyip ayrıldık.
Yolda birlikte İskilip’ten gelecek otobüsü beklerken:
“Öztürkcüğüm benim konuştuklarımı sakın nasihat olarak algılama. Zira nasihat haddime değil. Beni samimi bir Anadolu insanı say. Candan bir arkadaş bil. Sana yardımcı olmaya çalışan bir meslektaş olarak tanı...” deyince Öztürk:
“Elbette öyle tanıdım. Önerilerin için ve her şey için çok teşekkür ederim...” diye, memnuniyetini bildirdi.
İskilip’ten gelen otobüs Hacıbey’e yaklaştığı görünüyordu. Yanımıza gelmeden el kaldırdım, otobüs durdu. “Gelince görüşmek üzere” diye kucaklaşarak ayrıldık.
Öztürk öğretmen otobüsün penceresinden el sallarken, benim de elim havadaydı...
*
Öztürk İzmir’e gidinceye kadar, birkaç günlük köy yaşantısını film şeridi gibi geçirmiştir gözünün önünden mutlaka. Sanki otobüste gitmiyor, sinema koltuğunda oturuyordu.
*
Mehmet Duru’nun açıkhava sineması vardı İzmir Balçova’da. Çok varlıklı ve saygın bir kişiydi. Öztürk’ün hem dayısı hem de kayınpederi oluyordu. Öztürk, dayısının açıkhava sinemasında çok seyretti köy filmlerini. Seyrettiği filmelir, yalnızca “film” deyip geçti. Filmin “son” yazısından sonra, elektrikler yandı, her taraf aydınlandı. Ve alışılmış yaşantıya yine devam dedi insanlar. Öztürk ise bir başka seyrediyordu bundan böyle. Öztürk’ün İzmir’de anlatacağı çok şey vardı çünkü. Anlatacakları film değil, gerçek bir yaşantının ta kendisiydi.
Öztürk’ün İzmir’e gittiği günün gecesi Duru ve Erger aileleri doluştular etrafına. Anası, babası, dayısı, kaynanası, kayınları... geldiler. Sanırsınız bir bayram havası vardı o gece Öztürk’lerin evinde. Masalar kuruldu, çaylar yudumlandı. Etrafındakiler soruyor, Öztürk anlatıyor, herkes Öztürk’ü dinliyordu.
Kütük Mıstık’ın nasıl başkanlık yaptığını anlattı önce. Çorum’u anlattı. Çöplük’ü anlattı. Köyün önceki öğretmeninde nasıl kaldığını anlattı. Köy yolunu anlattı. Tozlu pantolonunu anlattı. Köyü anlattı. Tanıştığı köylülerin hepsinin isimlerini hatırlayamadı. “Bakın isimlerini yazdım” dedi. Cebinden çıkarttığı kağıttan okudu “Muhtar Sarıların Hüseyin Ağa. Oğulları Niyazi ve Mustafa. Şevket Dede. Aliriza Dede. Ali Gada. Keçmenlerin Mustafa. Sokunun Hüseyin. Köyün parçası Eskiören’den Topal Süleylan Hoca. Oğul Kopuk Arap. Dereköy’den Turan Ağa. Kasım...” Bazılarının şekillerini, bıyıklarını anlattı. Okulu anlattı. İbrikle tuvalete gittiğini ve tuvaleti anlattı.
Öztürk anlattı, gelenler dinledi. Çoğu inanmadı anlattıklarına, tıpkı kendisinin de önceden inanmadığı gibi. Şakadan anlatıyor zannettiler. Öztürk, anlattıklarına inandırmak için yemin-billah etti. Yeminden sonra inanmış göründüler. Bu hava içinde birkaç gün geçti. Ancak görev yerine dönme zamanı da gelmişti.
İki kat yatak sardılar battaniyeye. Üç-beş kap-kacak koydular kutuların içine. Birkaç valiz giyecek hazırladılar. “Yiyeceği oradan alırız, yük olmasın” dedi Öztürk. Buna rağmen, kendi zeytinliklerinden toplayıp yaptıkları özel zeytin yağını, zeytini ayrı bir kutuya koymayı ihmal etmedi kayınvalidesi. Hazırlık tamamdı. Hep birlikte otobüs terminaline taşıdılar.
(SÜRECEK)