ÇİĞDEM AŞI

Önce çocuklar arası haberleşilir; çiğdem sökme kazıkları kendilerince akşamdan sivriltilerek hazırlanırdı. Sabah çorbasını içtikten sonra, öğleye doğru, şehrin kuzeyinde, üç beş kilometre uzağındaki Kurtçu tepesi’ne gidilirdi. Kurtçu Tepesi güne yamaç olduğundan kıştan kalan karlar erken erir, sarı çiğdemlerin bol olduğu yerdi. Herkes kendince kazabildiği kadar çiğdem kazardı.

Çiğdem kazmadaki beceri, çiğdemi, toprark altında bulunan yumru kökle çıkarmaktır. Bazılarımız bu yumru köke ulaşmadan sivriltilmiş kazığı çiğdemin toprak içinde olan yumruya yakın gövdesine rastlatır, çiğdemi yumrusuz koparmış olurdu. Bu pek makbul çiğdem kazmak değildi. Herkesin kazdığı çiğdemler kendilerince bir tutam olunca yine hep birlikte çiğdem kazma işlemi bırakılır evlere dönülürdü. Sonra, içimizden biri saçaklı iğde dalı bulur, herkesin getirdiğinden altışar yedişer çiğdem alınır, kuru iğde dalının saçaklarındaki dikenlerine, çiğdemin yumrularından takılırdı. Böylece kuru iğde dalı yeni çiçek açmış ağaç dalına dönüştürülür, sanki sarıya boyanırdı.

Sonra sokağın küçük büyük her çocuğuna haber verilir, daha sonra da ev ev dolaşma başlardı. Sokağın otuz kırk çocuğu bir alay oluştururdu ki, bu sayı bazen çok da olabilirdi. Hiç atlamadan sıra ile her evin kapısı çalınır, otuz kırk çocuk bir ağızdan avazı çıktığı kadar:

“Çiğdem çiğdem çiçeği

Alaca bulaca saçağı

Dam üstünde boyunduruk

Dura dura yorulduk

Verinin oğlu olsun

Vermeyenin kara kedisi ölsün” nidaları ile, her kapıda iki kez takrarlanarak gezilirdi.

(SÜRECEK)