Herkes merakla bakıyor; biz de merakla bakıyoruz çayırda duran uçağa. Uçağın yanında birkaç kişi var. Pilot Deli Orhan önce bir kişiyi uçağa bindirdi, sonra kendisi bindi. Sonra da biri uçağın pervanesini hızlıca çevirdi. Uçağın pervanesi çevrilince uçaktan “hır hır” diye bir ses duyuldu. Daha sonraları da kuvvetli bir sesv e uçak yürümeye başladı. Uçak elli yüz metre sonra hızlanıp havalanır havalanmaz, merakla seyreden kalabalıktan bir alkış koptu. Şak, şak, şak... Çocuk olarak biz de alkışlıyoruz. Ne kadar yükseklikte uçuyor tahmin etmemiz mümkün değil. Seyredenleri ‘başı havada.’ Uçak başımızın üstünden bir geliyor bir gidiyor. Seyreden başlar da uçak yönüne durmadan dönüyor. Üç beş turdan sonra da hızını kesip inişe geçiyor. Çayıra yaklaşınca nefesler tutulmuş, tekerlekler ha eğdi ha değecek. Ve nihayet tekerlekler çayırı ezip yürüyor. Bizler de rahat bir nefes alıyoruz.
Bu uçuş iniş bir defa değil, akşama kadar defalarca oldu. Sabah saatlerinde gittik, ikindi geçinceye kadar oradayız. Hava çok güzel ve güneşli. Gökyüzü masmavi. Hem susadık, hem de acıktık. Evlerimize gidip ekmek almamız, sokak çeşmesine ağızımızı dayayıp kana kana su içmemiz mümkün değil. Ancak karnımız da çok acıktı, midemiz gurulduyor. Ne yapalım derken, iki üç kafadar “Yakındaki Yeniköy’e gidip ekmek isteyelim” dedik. Ve de gittik.
Yeniköy erkeklerinin çoğu çayırda ama kadınlar öbek öbek evlerinin önünden uçağı seyrediyor. Nihayetinde evinin önünde görünen bu kadından ekmek istedik. Sağ olsun hemen içeri girip yufka ekmek getirdi ve her birimize ayrı ayrı birer ekmek verdi. Boş ekmeği birer çoban dürümü yapıp, günlerce aç kalmış gibi hem yedik, hem koşa koşa uçuş alanına gittik. Ve yine uçuşu seyrettik. Hem de sonuna kadar... Eve dönerken de yolda hepimiz pilot olma hayali ile...
ÇAYGEÇE’DE ÇOCUK OLMAK
Hayalleri, tavır ve davranışları ile Çaygeçe’de çocuk olmak bir ayrıcalıktı. Ayrıcalığı da, çocukluğunu samimi ve doğal olarak doya doya yaşamasıydı. Oyununu kendisi icad eder, kuralını kendisi kordu. Oynayacağı oyuncağını arkadaşıyla yardımlaşarak kendisi yapardı. Hem de Çaygeçeli çocuğun dört mevsime göre oyuncağı olurdu.
Kışın kendimizi el becerileriyle çıkıntı tahtalardan yaptığımız kızakla kayar, onu da bulup yapamayanlara da kendi kızağımızı vererek kaydırırdık, ya da analarımızın eski soğukkuyu lastik ayakkabılarını giyerek kaymaya ortak olurduk. Kış çıkarken, yerler alaca kara geçip ‘güne yamaç’ tarla kenarlarında sarı beyaz çiğdemler boy gösterince, Çaygeçili çocuğu ‘çiğdem aşı’ yeme sevdası sarardı. Hem de organize bir hazırlıkla...
(SÜRECEK)