Toprak tabanlı evimizin odası zaten “idare” dediğimiz, gazyağı emen fitilin cılız ışığı ile aydınlanıyor. Odada bir kadın var zebella gibi. Etekleri fırfırlı, uzun, yerleri süpürüyor. Başı neredeyse tavana değecek. İri yarı, üstelik simsiyah. Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte, gözleri çakmak çakmak kor gibi yanan bir dev gibi. Anam değil; anam çok kısa boylu çünkü.
Bu dev kadın bana birşeyler söylüyor ama, ne söylediğini anlamıyorum. O kadar çok korkuyorum ki, o seslendikçe ben odanın köşesine sıkışıp duvar ayapıştım. Duvar yarık değil ki içine gireyim. O kadar çok korktum ki, tarif ettiğim o korkunç kadın bu yaşımda bile gözümün önünden silinip gitmedi. Benliğime işlenmiş...
O anda büyük ağabeyim Dursun odaya bir hışımla girdi. Ve “Ben size kaç defa söyleyeceğim, akşam ezanı okunmadan evde olun diye” diye kükreyerek beni dövmek için üzerime yürüdü. O anda, o korkunç kadın anam oldu “Dur oğlum, ne oldu da döveceksin?” derken kendime geldim ve dövülmekten anam kurtardı beni.
Ağabeyim hep “akşam ezanından önce evde olacaksınız” diye bize tembih ederdi. O gün ağabeyim dükkandan akşam eve gelince beni evde görememiş, bir hışımla gelip bana şamar vuran ağabeyimmiş.
Sonraları anam diyor ki “Bir hızla içeriye girdin, sedire oturdun. Ben ‘Ne oldu oğlum, niye böyle acayip acayip bakıyorsun?’ dedikçe sen geri geri çekilerek duvar köşesine büzüşerek sindin. Bakışların o kadar ürkekti ki bakışlarının acayipliğinden ben korktum.”
Bense o kadar çok korkmuştum ki, o karanlık denecek kadar loş odada anam bana öyle korkunç bir dev kadın göründü. O korku ben de öyle bir travma bıraktı ki, ben bu yaşımda bile yalnızken karanlıktan çekinirim.
Çocukluk değil mi, oyun alanlarımız yazın suyu olmayan çay içleri, demir korkuluklu küçük beton köprü altları saklanma yerlerimizdi..
HÜSEYİN USTANIN İKAZI
Köprü altına Yazı Çarşı’daki iki kahve de süprüntülerini atardı. Bu süprüntülere aldırış etmeden, yalın ayarak oralarda oynar dururduk.
Bir gün, hangi kahve dökmüşse, süprüntünün içinde sigara izmaritleri vardı. İzmaritin birisi büyücek ve hala tütüyordu. Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Gittim, tüten izmariti aldım. Köprünün demir parmaklarına yaslanarak efevari bir tavırla iki nefes çektim. Karşıdaki ayakkabı tamircisi Hüseyin Usta’nın ağır adımlarla bana doğru geldiğini görünce ağzımdaki izmariti ağzımdan alarak parmaklarımın arasında, ellerimi arkama sakladım. Güya bir büyüğüm geliyor diye çekinmiştim. Hüseyin Usta gelip önümde durdu.
Aydınlatma aracı İdare Lambası…
(SÜRECEK)