Silahların susmasına, barışın kalıcı olmasına, ülke üzerindeki yaklaşık kırk yıllık barut ve duman kokusunun dağılması çabalarına önem veriyorum.

Ülkenin geleceğinden kaygı duyan her yurttaş gibi kafamdan atamadığım soru işaretlerini de tartışmakta yarar görüyorum.

Bir barıştan söz ederken toplumun her kesimini kapsayan, kendi iç dinamiklerinin katkılarını alan, demokratikleşmenin bütün adımlarını içeren, kimseyi ötekileştirmeyen, her bireyin kendini güvende hissettiği, yargının herkese eşit uygulandığı, herkesin anayasal haklarını endişesiz kullanabildiği bir ortam düşünülmelidir.

Bu gelişmeler sürerken en güçlü muhalefet odağı CHP’ye karşı yürütülen hukukla bağdaşmayan şiddet, gözaltı ve tutuklama tam gaz gidiyor. Ya DEM partili belediye başkanlarının gözaltında tutulmaları, belediyelerine kayyım atanması nasıl değerlendirilmeli? Bir yanda barış girişimleri bir yanda meclisin üçüncü büyük partisine hukuka aykırı soruşturmalar…

Bir barıştan söz edilecekse toplumun tüm kesimlerini kapsamalıdır. Bir kesime barış, başka bir kesime hukuksuzluk ne derece sağlıklı ilerler?

Barış ülke çapında hak, hukuk, adalet ve demokrasiye sıkı sıkı sarılmakla mümkündür. Ülke sınıf ve tabakaları için yaşamı kolaylaştıracak yasa ve uygulamalar olmadan veya mevcut yasaları doğru dürüst uygulamadan barış gelir mi, sorgulamak gerekir. Yalnızca sermaye sınıfı ve dış uzantılarının çıkarlarını gözeten bir anlayışla barış tesis edilebilir mi? Bu kapsamda bir barışın yolu açılır mı? Şimdiden kesin bir şey söylemek zor.

Konunun öznelerinden 10 yıldır tutuklu bulunan o zamanki HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş “Kaybeden olmadı, olmayacak. Hayırlı olsun.” açıklamasını yaptı. Demirtaş ve diğer tutuklular serbest kalacak mı?

Günümüzde yukarıda saydığım bunca sorun çözümsüz beklerken bir barıştan söz etmek eksik kalacaktır.

AKP-MHP açıklamalarında silah bırakmaya vurgu yapıldı, ancak demokratikleşme konusunda tek bir sözcük çıkmadı. Sembolik silah bırakma/yakma eylemi basın-yayın organlarında dünya kamuoyuna duyuruldu. Açıklama sonrasında AKP-MHP-DEM partilerinin yeni bir ittifak içerisinde olduğu en yetkili ağızlardan söylendi, ancak DEM partili eşbaşkanlar bunun yalnızca süreç ittifakı olduğunu vurguladı. Bu açıklamalardan sonra neler yaşanacağını, bölgeye ve tüm ülkeye ne getireceğini önümüzdeki günler gösterecek.

40 yıldır Kürtlere karşı en ırkçı söylemleri geliştiren çevrelerin bu yeni tavırları da yoruma muhtaçtır. Biz çok uluslu bir ülkeyiz. Ülke nüfusunu oluşturan yurttaşların dil, kültür ve inançlarına saygı göstermek, hoşgörü ile yaklaşmak demokrasi gereğidir. Yurttaşlarımızdan Kürtçe şarkı dinleyenlere, Kürtçe konuşanlara ölümlü/yaralamalı biten şiddet uygulamaları belleklerimizdedir.

Bölgedeki savaş ortamı, Ortadoğu’yu kana bulayan ABD-İSRAİL ve yedeklerindeki AB saldırıları, İRAN’ın teslim olmayışı, Suriye’deki Amerikan kuklası cani Colani yönetimi, Suriye’de YPG denetimindeki bölgenin ne olacağı konularına nasıl yansıyacağı henüz belirlenmiş bir konu değil. Bunların hepsi varsayımsal olarak değerlendirilebilir, yorumdan öte gitmez. Çünkü bölgedeki emperyalist oyunların İran’ı yıkmaya odaklandığını, İran’ın güçlü bir direnişle karşı koyduğunu, kolay kolay pes etmeyeceğini, bölgenin daha uzunca bir süre barış ve istikrardan uzak olduğunu değerlendiriyorum. İran’ın pes etmesi durumunda neler olacağı belirsizliğini koruyor. İran’a İsrail saldırıları sırasında PEJAK’ın saldırıları desteklediği açıklaması izaha muhtaçtır. İsrail-ABD destekli bir bağımsızlık hareketi ne kadar bağımsızdır?

Başka iç/dış dinamikleri hesaba katmazsak, Bahçeli’nin girişimiyle başlayan PKK’nın sembolik silahları yakma töreni bölgede nasıl bir etki yapacak, henüz belli değil.

Araştırmalarda ülkenin en büyük partisi olduğu görülen CHP genel başkanına, seçilmiş belediye başkanları ve yöneticilerine karşı sürdürülen soruşturma açma, gözaltına alma, tutuklama, belediyelere kayyım atama gibi antidemokratik, giderek totariterleşen bir tutumun barışla uzak yakın ilgisi olamayacağı da ortada. Bundan ileri totaliter bir iktidarın adı faşizmdir, bunun da sonu Avrupa’yı kana bulayan 2. Dünya savaşı olmuştur. AKP-MHP-HüdaPar ittifakı muhalefete karşı bu baskıcı politikalarını sürdürürken toplumun iç dinamiklerinin (demokratik kitle örgütleri, dernekler, sendikalar, mecliste temsilcileri olmayan partiler ve diğer muhalefet odaklarının) görüşü ve katılımı alınmayan bir barış eksiktir.

Bu, demokrasiyle bağdaşmayan tutum devam ederken, binlerce insan haksız yere gözaltına alınıp hapishanelerde bekletilirken, mevcut anayasanın uygulanmadığı durum açıkken, anayasal hakların uygulanmasını isteyen muhalefete karşı tutum giderek şiddetlenirken bir barış havası eksiktir.

Ayrıca, madem bir barış sağlamak mümkündü, neden 2025 yazına kadar beklendi? 40 yıllık çatışma ortamının en az yarısı AKP iktidarıyla geçti ve bu süre içerisinde on bini aşkın insanımız yaşamını yitirdi. Ülkenin eğitime, sağlığa, üretime emekçilerin koşullarının düzeltilmesine ayırması gereken kaynakları silaha ve askeri harcamalara ayrıldı. Ülkede pahalılık dünya ortalamasında en üst sıralarda seyrediyor. İktidar bu barış ortamını 20 yıl önce sağlayamaz mıydı? Binlerce insan ölümü, ülke varlıklarının tüketilmesi önlenemez miydi?

Bu gelişmelerde dış dinamiklerin rolü var mıdır, nelerdir? Neden bölge ağırlıkla ABD-İSRAİL denetimine geçtikten sonra böyle bir silah bırakma gündeme geldi, neden bunca zaman düşünülmedi?

Endişelerimi, kafamı kurcalayan soruları da ortaya koyarak bu son gelişmeye önem veriyorum.

Umarım barış ve demokratikleşme tüm toplum kesimlerini kapsayan çapta yürür.

Sami Aydoûan