Yılmaz Güney sinemada bir döneme damgasını vurmuş, temsil ettiği dalda evrenselliği yakalamış sinema oyuncusu ve yönetmen. Sadece bu mu? Aynı zamanda yazar, politik duruşu olan, inandığı davada ödünsüz yaşayan, son nefesine kadar da bu dinamizmini koruyan, omurgalı, dik duruşlu bir insan.

Oyuncu Farah Zeynep Abdullah’ın, Mungan’ın paylaşımında Yılmaz Güney’in “kadın döven” biri olduğunu söylemesinden sonra, gazeteci Fatih Altaylı’nın 23 yıl önce yazdığı bir makalede; “Türkiye’nin Avrupa’daki imajını yerle bir eden bir katil” olarak nitelemesi gündeme geldi. Dahası besleme basın Yılmaz Güney üzerinden “sol ve sosyalist” değerlere amansız bir saldırı başlattılar.

Yılmaz Güney Siverek'li bir Zaza babadan ve Varto'lu bir Kürt anadan doğmuş ırgat bir çocuktur. Diğer yandan dünyanın en dikkate değer Cannes Film Festivalinde büyük ödülü alarak, smokin giymiş ve sıkılı yumruğunu gururla havaya kaldırmıştır. 47 yıl gibi kısa yaşam sürecine 20 kitap, 26 filmde yönetmenlik, 10 ödül 114 film oyunculuğu sığdırmıştır. 15 değişik cezaevinde 12 yıl hapis yattığı da bir gerçektir.

Ölümle sonuçlanan bir cinayet olayını alkışlayacak değiliz. Ne var ki yaşamın olağan akışı içinde insanların başına elde olmayan, önlenemeyen talihsizlikler gelebiliyor. Biz bu olayın neden ve sonuçları üzerine mahkeme kuracak da değiliz. Dileyen araştırıp öğrenebilir. Keşke öyle bir olay yaşanmasıydı diyebiliyoruz.

Üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçen konuları değerlendirirken o günün koşulları içinde değerlendirmek lazım. O günün koşullarını bugünün değer yargıları ile değerlendirirsek doğru sonuca ulaşamayız.

Yılmaz Güney de sonuçta bizim gibi bir insandır. Çıkış noktası ırgat bir çocuk. İnsanın yaşam sürecindeki değişimlerini dikkate almak gerekir. İnsanın belli çalkantılardan geçtikten sonraki durmuş oturmuş halini dikkate almak gerekmez mi?

Olaya bir de senarist, yönetmen, sunucu… Gani Müjde’nin penceresinden bakalım:

“Sanatçıları zaafları, hastalıkları ve suçları ile değerlendirmek bir yerden sonra anlamını yitirir. Van Gogh'un resimleri psikolojik sorunları nedeni ile değerini yitirmez. Paul Mc Cartney'in şarkıları, Roman Polanski'nin filmleri de öyle. Yılmaz Güney eşine az rastlanır, bu topraklara armağan büyük bir sinema ustasıydı. Onu insani hatalarıyla değil; Yol, Sürü, Umut ve Acı gibi unutulmaz filmlerle anmayı tercih ediyorum…”

Eski eşi Nebahat Çehre üzerinden kadına şiddet konusunda Yılmaz Güney linç edilirken, Nebahat Çehre’nin açıklamalarına bakalım; “Yılmaz'ı ben ayarladım. Çok yakışıklı bir adamdı… Disiplin, oyunculuk ve hayata bakış açısından bana çok katkısı oldu…  Yılmaz çok ince ruhlu bir insandı. Eve bir gün çiçeksiz gelmemiştir. İç dünyası başka, dışa vuruşu bambaşka oluyordu.”

Egemen güçlerin propaganda arşivinde her ilerici, devrimci, yurtsever, toplumcu, sanatçı yazarın bir lekesi vardır. Örneğin Nazım Hikmet milliyetçi ve çapkın adam. Can Yücel küfürbaz, Aziz Nesin millete “Aptal” dedi. Yaşar Kemal terörist… Gibi yakıştırmaları hiç bitmez.

Kim ne derse desin ülkemizin bu sanatçıları ve Yılmaz Güney evrenselliği yakalamış büyük değerlerimizdir. “Altın yere düşmekle pul olmaz”. Yılmaz Güney sanatını halk için yapmıştır. Zengin kız fakir oğlan sarmalında debelenen Türk sinemasına halkın yanında bir halk sanatçısı olarak, yeni bir boyut getirmiş. Türk sinemasını evrensel değerler yörüngesine taşımıştır. 12 Eylül 1980’den beri televizyonlarda bir tek filmi oynatılmıyor. Filmleri yakılıyor. Görülüyor ki linç etmeye hala doymamışlar. Bırakın dirisini, ölüsü bile bu kültür ve sanat düşmanlarını hala korkutuyor. Ne yapalım korkunun ecele faydası yokmuş.

Yılmaz Güney’e linç kampanyası ile ne onun sanatçı kişiliğini, ne de sahip olduğu değerleri zedeleyebilecekler. Güney yaşadığı döneme damgasını vurmuş ölümsüz bir sanatçıdır. Tarih herkesin, her şeyin hükmünü veriyor. Çırpınışlar boşunadır.