Artık kendimize şu soruyu sormak zorundayız: Neden biz böyle olduk? Nasıl oldu da sahici olan her şey, yerini gösterişli olana bıraktı? Dürüstlüğün yerini neden cilalı sözler aldı? Toplum olarak, doğruyu bildiğimiz hâlde neden yalanla beslenir olduk?

Ahlâk, önceleri bir gönül ve içtenlik meselesiydi; şimdi ise bir kravatın düğümünde aranıyor. Gösteriş, özün önüne geçti. Şık bir takım elbise, parlak bir kravat, etkileyici bir iki söz… Dürüstlüğün yerini imaj aldı. Söylenen sözü değil, söyleyeni tartıyoruz. Karşımızdakinin vicdanına değil, üzerindeki markaya bakıyoruz.

Toplumsal hâlimizi en yalın biçimde anlatan şu fıkrada saklıdır gerçeğimiz:

Cambazın biri eşeği yularından çekip pazara getirmiş.
Bir diğeri yanaşıp sormuş:
Kaça bu eşek?
Bin lira!
Aldım gitti, ver elini helalleşelim!
Birkaç kişi alıcının kulağına fısıldamış:
Görmüyor musun? Bu eşek topal. O yüzden ucuza satıyor.
Alıcı yanıtlamış:
Eşek topal değil, tırnağına taş kaçmış. Ucuza elden çıkarmaya bakıyor.
Koşup satıcıya söylemişler:
Bu eşek topal değilmiş, tırnağına taş kaçmış!
Satıcı gülmüş:
Topal olmasına topal da, öyle sansınlar diye taşı tırnağına ben koydum.
Alıcıya gidip anlatmışlar:
Eşek gerçekten topalmış, taşı da o koymuş. Seni kandırdı!
Alıcı dövünmeye başlamış:
Vay namussuz vay! Eğer verdiğim para sahte olmasaydı, beni kazıklayacaktı!

Bu fıkranın ardında derin bir toplum aynası vardır. Hepimiz birbirimizi kandırdığımızı bilerek yaşıyoruz. Dahası, kandıranların bile kandırıldığı bir düzenin kurbanlarıyız.

Peki bu kadar yalanı nasıl taşıyoruz? Çünkü artık doğruyu söylemek değil, doğru gibi görünmek öne geçti. Kravat takınca ahlâk, saçını taratınca dürüstlük sayılıyor. Sahte olan sadece para değil; sözler, duygular, duruşlar da sahteleşiyor. Öyle ki, yalan bile profesyonelleşti, kurumsallaştı.

Bugünün insanı, eşeğin topal olduğunu en baştan biliyor. Ama “zararım ne kadar olur” diye hesap yapıyor. Dürüstlüğü değil, “kandırmadan kandırılmayı” başarı sayıyor. Sonuçta yalan, gerçeğin yerini sadece doldurmakla kalmıyor. Onu adeta yönetmeye başlıyor.

Kravatlı yalancı, başı açık doğrucuyu her gün alt ediyor. Çünkü hakikat, süslenmeden konuşamıyor artık. En çok gerçeği savunanlar bile bazen atacağı taşı saklıyor. Gerçek, sahneye çıkmadan önce cilalanıp boyanıyor. Her ciladan, her boyadan sonra biraz daha görünmez oluyor.

Oysa bilmeliyiz ki: Bir toplumun terazisi, en çok yalanla sınanır. Doğrunun ağırlığını taşıyamayan her vicdan, kendi topallığını saklamak için bir taş gizler. İnsanın ölçüsü, sözünde değil, sözün ardındaki niyettedir.

Bugün hâlâ yalan söyleyenlere şaşırmıyoruz ama en azından şaşırmamaya da şaşırmalıyız. Çünkü asıl çöküş, yalanın kendisinde değil, doğrunun yokluğunu kanıksamamızdadır.