Bir metni okur-seyreder-dinlerken, durup da onun kurgulandığı tarihe / döneme baktığınız oldu mu hiç? Bu an, o metnin can evinize dokunup, gönül telinizi titrettiği andır. Sizden / insandan topluma bütün zamanlara giderek genişleyen bir derinliğin içinde olduğunuzu hissedersiniz.
Bütün bunları yapan, sizi o duygunun iklimine götüren o metni söyleyenin salt insana, insanın bir parçası olduğu doğaya kâinata elbette dokunan dili, söylemidir. Hani Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “değişende değişmeyen” dediği iksir. Bu gerçekliği Yunus Emre’den Shakespeare’e, Fuzuli’den Karacaoğlan’a, Âşık Veysel’den Nazım Hikmet’e bize duyumsatan bu bakış açısı ve söyleyiştir. Benzer hissiyatı size yaşatan müzikler, resimler, tiyatrolar da vardır şüphesiz.
Aynı gerçekliği, rüya içinde rüyayı sanatsal metinler dışında örneğin Hititleri, Sümerleri okurken de hissettiğinizde zihninizdeki genişleme bireysel ve toplumsal olguları algılamada pencereler açacaktır size. Örtüşen ve bize göre ayrışan şeylerin hâlden hâle geçen sürekliliğidir bu.
1990’lı yıllar Çorum’dayım. “Yerler mühürlendi” diye bir söz işitince hemen not aldım ve “Şiir gibi söz bu. Ne demek?” diye sordum.
Aldığım cevap, “Ebemiz öyle derdi akşam olduğunda…” oldu. Türkçe-edebiyat öğretmeninden sokaktaki insana kime sordumsa cevap fotokopi çekilmiş gibi aynıydı. “Ebemiz öyle derdi akşam olduğunda…”
Sonunda dünyada ilk Hititoloji Kongresi’nin yapıldığı kentte olduğumu hatırlayıp kongre tebliğler kitabını okumaya başladım.
Hitit başkenti Hattuşa’da kale kapılarının her akşam güneş batarken mühürlendiğini okuyunca durdum ve ellerimi havaya kaldırarak “Buldum” dedim, “Buldum” yerler mühürlendi sözü Hititlerden geliyormuş. Arkadaşların yüzünde bir şaşkınlık, “Vaş…” dediler.
Ama aldı beni bir merak, neden şehir kapılarını mühürlüyorlardı acaba?
Hititler üzerine hangi kitabı okusam cevabı bulamadım. Yeni çıkan kitapları takip edip onları da okudum. Aradığım cevap yoktu. Ta ki Mahfi Eğilmez’in kitabını okuyana kadar.
Hititler kale kapılarını her akşam kapatırlarmış güvenlik sebebiyle. Bazı günler pazarda yeni mallar görmeye başlamışlar. Gündüz gelen ticaret kervanlarından vergi alındığı için konunun takipçisi olmuşlar. Yakaladıkları mallara el koymuşlar ama bir türlü baş edememişler. Geceyi bekleyen kervancılar nöbetçilere rüşvet vererek malları şehre sokmaya devam etmişler. Bu sebepten her akşam güneş batarken şehir kapılarını mühürlemeye karar vermişler.
Fakirin yorumu “yerler mühürlendi” sözü Hititlerden günümüze akşam olunca çocukları eve çağırmak için kullanılır olmuş. Günümüzde ne sokakta oynayan çocuk kaldı ne de bu sözü kullanan kimse.
Hititleri okuyunca ister istemiz daha derine Sümerlere gittim. İşte bu okumalar gösterdi ki hangi teknolojiyi kullanırsa kullansın insan özünde aynı canlı.
Hititlerde ciğer falı…
Nereden geldiyse aklıma “Ben senin ciğerini bilirim” sözüne takıldım kaldım. Neden ciğer? Yüreğini değil, aklını fikrini değil.
Hitit Kralı I. Hattuşuli'nin Vasiyetnamesinde “sizin karaciğerininiz, dalağınız ve duygunuz bir bütün olarak düzenlenmiştir, üstünlük taslamayın, aranızdan hiçbir düşman çıkmasın.” der. Ciğeri beş para etmez, ciğerini okumak, ciğerimin köşesi, ciğerci sırığı gibi onlarca atasözü ise günümüzde hâlâ kullanılır.
Meğerse Hititlerde ciğer falı yok muymuş? Hem de kökeni ta Babil’e kadar giden bir gelenek. Adak kurbanı kesen kişi eğer ciğer falı baktırmak isterse tapınaktaki rahipler karaciğerden fal bakarlarmış. Babil’de ise “Baru” adı verilen kişiler bakarmış ciğer falına.
Karaciğerde eğer koyu bir ip şeklinde çizgi görülür ise bulunulan yere örneğin Hattuşa'ya büyük bir ordu tarafından saldırı olacağı, bir kısmı parça parça ise ülkenin bölünmeye kadar gidecek bir sonunun olabileceği ve kral ya da kraliçenin öleceği, beyaz lekeler ile kaplı ise yağmur yağmayacağına delalet edip güneşli günlerden dolayı Adad'ın da yağmur yağdırmayacağı ve açlık/kıtlığın ortaya çıkacağı, safra kesesi çok sıvı dolu ve zarı bırakmaz ise bir kişinin şehre gireceği ve burayı terk etmeyeceği, safra kesesinin üzeri koyu bir renk almış ise kralın yakınlarından birinin öleceği, sağlıklı bir safra kesesi var ise düşmanın yenilgiye uğratılacağı, iki tane parmak şekli mevcut ise bir kişinin kaçak olarak ülkeye gireceği, safra kesesi çok koyu ise yağmur yağacağı, sol taraftaki parmak ikiye bölünmüş ise düşman ordusunda salgın ortaya çıkacağı, eğer bir silah parmağa dönük ise silahlı ayaklanma olacağı, taht kaidesi kısmında bir bozukluk oluşmuşsa kralın oğlunun tahtı ele geçireceği, gibi yorumlar yapılırmış.
Kazılarda bulunan karaciğer kilden maketlerinde hangi kıvrımın ne anlama geldiği yazılıdır. Bu fal Etrüskler ile Roma’ya gitmiş ve aynı fal orada da bakılır olmuş. Yalnız Roma dönemindeki ciğer maketleri kilden değil demirden yapılır olmuştur artık. Boşuna söylemiyoruz kültür şeylerin hâlden hâle geçen sürekliliğidir diye.