Metin zamana hem içerden, dışardan hem de bakmanın yordamıdır aslında. İçler-dışlar çarpımında bir denklem.

Yüreğini Toros dağlarına, yaylalarına, vadilerine ve insanına kalem etmiş bir yazar Halil Erdem. Salt yazar da değil şair, ressam… Kendi kitaplarına kapak çizen bir tasarımcı aynı zamanda.

Erdemin evrensel cam derecesiyle bakıyor hayata, yazdıkları küresel çetelerin uydulardan attığı ağda çırpınan insanımıza ne söyler bilemeyiz ama bu metinler geleceğe mektuplardır daha çok. Eğer bir dönem filmi, bir yarı drama belgesel çekilecek ise bu metinler kaynak olacaktır bu çalışmalara. Küresel çetelerin uzaktan kumandalı muhtelif yapılarının laf salatalarıyla hayatı görüp hissetmek insanın da sanatın da kadrajına girmiyor. Bütün insanlığa bir kukla tiyatrosu izletiyorlar. Kuklacıyı göremeyenin vah hâline.

Yukarıda söylemeye çalıştığımız gibi şeylere hem içerden hem de dışardan bakan, bakabilen göz ve akıl denizi bilmeyen balığa gerçekliği anlatmakta zorlanacaktır, öğretilmiş çaresizlikle algıları örselenmiş topluma. Bu durum tarih boyunca da böyle olmuştur hep.

Köy/kırsal, üretimiyle şehirlerin gıdasını sağlar. Şehirdeki fabrikaya bakıp da kırsaldaki üretimin önem ve değerini algılamakta zorlanan akıl, param var her şeyi yurtdışından alırım tuzağına düştüğünde açlık sıkıntısıyla, pahalılıkla esir alınacaktır.

Üreten köy ile şehir arasındaki kasaba ise ne deve ne de kuş olmanın açmazındadır. Sürekli birbirini gözetleyerek kan emen ve kendi kanı da emilen bir sosyoekonomik yapıdır. Bu yapısallık toplumdaki kişisel gelişimi engelleyen bir cenderedir aynı zamanda. Romanda bize bu gerçeklik kamyon şoförü Mehmet’in, ki lakabı Karaduman’dır, kardeşi Hatice ne mahallede kadınların toplandıkları ve adına Güneşlik dedikleri yerde yapılan dedikodulardır.

Karaduman borçla aldığı kamyonunun taksitlerini ödemekte zorlanır. Çünkü özelleştirilen kâğıt fabrikası hurdaya çıkarılıp satılmıştır. Kamyoncuların işleri de bıçak gibi kesilmiştir bu yüzden. Ödemelerini yapabilmek için fırıncı Nimet’ten borç almak isterse de alamaz. Kamyonunu satsa da borcunu bitiremez, eşinin kardeşinin şehirdeki işyerinde şoförlük yapmak zorunda kalacaktır.

1980’lerden itibaren kırsalda yeterince yatırım yapmayan yönetim anlayışı kent kültürüyle doku uyumu olmayan bir kitleyi köyden, kasabadan şehirlere göç etmek zorunda bıraktığında şehirler azman kasabalara dönüşürler. İyi para, kötü parayı kovar misali baskın kasaba kültürü kent kültürünü asimile etmiştir. Kente oturmak, ikamet etmekle, kenti olmanın uzak ara şeyler olması. Zahiren apartmanda oturmakla, çul çaput ile kentin sosyolojisini okumak nasılda yanıltıcıdır.

12 Eylül 1980 darbesi Cumhuriyet tarihimizin en önde gelen kırılmalarından biridir. Özelleştirme dayatması 1946’da ABD ile başlar. KİT’leri satın derler. 24 Ocak 1980 kararları planlanan darbenin ekonomik tasarımıdır. Darbeden sonra siyasiler Zincirbozan’a sürgüne gönderilirken 24 Ocak kararlarının mimarı hükümet üyesidir. Turgut Özal… Bugün yaşanan ekonomik, sosyal, kültürel sorunların temelleri daha o dönemde atılmıştır.

Okurların romana gel, romana dediklerini duyar gibiyim. Ancak, iskele sancak… Her metin söyledikleri denli söylemedikleriyle derinlik kazanır. Yazarın kurguladığı metnin bir arka planı vardır. Bunca yorumu ben fakire yaptıran da Halil Erdem’in “Şizofren Köyü” adlı romanının arka plan okumasıdır. Yukarıda benim söylediklerimi Hail Erden yazsaydı o roman olmaz, olamazdı.

12 Eylül 1980 dönemine değinmemizin sebebi romanın baş kahramanı Apan’ın bu Amerikancı darbenin mağdurlarından bir olmasıdır. Apan, iki yıl işkenceye direnip de mahkemede beraat etse de takipler sürer ve bir daha sorguya alınır. Yeniden işkence sonucu babasının kapısına hurdası çıkarılmış olarak bırakılır. Babası onu kasabalının dedikodusundan, şerrinden korumak için bir zamanlar işlettiği su değirmenine götürmesi onun hayata tutunmasını sağlayacaktır. Doğa onun şifacısı olacaktır, bir de sevgisini söküp atamadığı Aysel. Roman bize sevginin ne denli kesintisiz bir enerji kaynağı olduğunu anlatmaktadır. Apan’ın Aysel’e olan sevgisi onun onca işkenceye dayanmasını sağladığı gibi Aysel’in Apan’a olan sevgisi de yeniden ortak bir hayatı paylaşmanın mimarı olacaktır.

Apan ve Aysel o eski su değirmenini yeniden düzenleyerek bir üretim merkezine dönüştürürler. Bunun arka plan okuması hadi güncel benzetmeyle söyleyelim turp ve pancarın ne denli yaşamsal olduğunun sembolü olmasıdır. Üretemeyen toplumlar dışardan borç alarak önce kendi ayaklarına sonra da kafalarına sıkarlar kurşunu. Üretimin ne denli yaşamsal olduğunu topluma anlatmayanlar ise bilerek veya bilmeyerek ülkeyi açlıkla teslim almak isteyenlere çalıştıklarını anladıklarında çok geç olabilir.

Üretimin adil paylaşılması kadar halkın ekmeğinin de kendi öz gücüyle arttırılmasıdır mesele. Roman bize bu gerçekliği kendi anlatım tekniği ise söylemektedir. Hep söylerim ve yazarım ya okuyan yazandan arif gerek diye.

Meraklısı için: Halil Erdem, Şizofren Çiftliği / Aşka İnanlar İçin, Armoni Kitap, Ankara, 2025