YAYLA’YA YOLCULUK

8 Temmuz 2004, Salı.

Sabah erkence kalkan çocuklar, büyük bir sevinç ve heyecan içindeydiler. .Akrabaları Mustafa Yılmaz, traktörüyle o gün çıkaracaktı onları Yayla’ya. Kolileri, poşetleri, torbaları aşağı avluya indirdiler. Ardından, kahvaltı sofrasına oturdular neşe içinde. Bir güzelce doyundular. Sofradan kalkmak üzereydiler ki, bir traktör sesi duydular. Ses güçlenerek geldi kapının önünde durdu, sesi de kesildi.

Çocuklar dikkat kesildiler.

Zafer Bey;

“Mustafa gelmiş olmalı,” dedi.

Cemre balkona koşup sokağa baktı.

“Traktör gelmiş Büyükbaba,” dedi sevinç içinde.

Aşağıya indiler hep birlikte. Açtılar kapıyı. Gelen Mustafa Yılmaz’dı.

“Gelmiş! Gidiyoruz!” diye sevinç çığlığı attı çocuklar.

“Hoş geldin Mustafa” dedi Zafer Bey.

“Hoş bulduk Dayı. Hazır mısınız?”

“Hazırız Mustafa.”

“Öyleyse hemen verin gidecekleri. Yerleştireyim traktörün römorkuna.”

“Tamam, ” dediler.

Traktörün römorkuna çıkan Mustafa’ya tek tek uzattılar eşya ve malzemeyi. O da yerleştirdi ön tarafa. Çocukların rahat oturmaları için de saman dolu üç adet telis çuval almıştı.

“Bu konularda ne kadar deneyimli olduğun anlaşılıyor Mustafa,” dedi Zafer Bey.

“Dayı bu kadarı da düşünmedikten sonra, niye kullanıyoruz ki biz bu traktörü. Yayla’ya kadar rahat etsinler yeğenlerim. Ne de olsa dağ yolu, sarsar traktör.”

Yayla’da çadırın tabanına sermek için bir de çul aldılar, uzattılar torbaların üzerine.

“Hadi bakalım,” dedi Mustafa. “Yolu daha fazla tıkamayalım.”

Anneanneleri Ayşe Hanım da heyecanla seslendi:

“Durun! Az kalsın hırkaları unutuyordunuz. Yayla’da akşamları hava serin olur. Hem motorun üstünde de gerekli olacak size.”

“Sağ ol hanım,” dedi Zafer Bey. “Sen olmasan halimiz harap. İyi ki hatırlattın.”

Çocuklar hırkaları giyindiler. Büyük babaannelerinin ve anneannelerinin ellerini öperek bindiler traktörün römorkuna. Cemre sazını da almıştı.

Ayşe Hanım:

“Aman iyi bak çocuklara!” diye sıkı sıkıya tembih etti eşi Zafer Bey’e.

“Merak etme hanım. Onlar, benim de torunlarım.”

Çocukları cenge götürmüyor ya yenge,” dedi Mustafa. “Yayla’ya gezmeye, eğlenmeye gidiyorlar.”

“Güle güle gidin, güle güle dönün,”dedi.

Hazırladığı bir kova suyu da traktör hareket ettikten sonra arkalarından serpti. Köşeyi dönünceye kadar anneanneleriyle, büyük babaannelerine el salladılar çocuklar.

Karşılaştıklarını selamlayarak çıktılar köyü. Tufan gibi bir yeşillik sarmıştı yolun iki kıyısındaki bahçeleri. Ancak birçokları bakımsızdı yine de. Duvarları yıkılmış, kıyıları dağılmıştı. Bu perişanlık hüzün vericiydi doğrusu..

Okulun yanından doğuya, Yakatarlalar yoluna döndüler. Bahçeler, yeşilin her tonunun güzelliğiyle sürüp gidiyordu, Fiditler’in çıkışına kadar. Gözlere ve gönüllere sunduğu o görkemli görünümüyle, yüreklere bayram yaptırıyordu.

Yakatarlalar yolunu bir baştan bir başa geçtiler. Sol yanlarında kuzeye düşen dağın yamacı, tümden ardıç kaplıydı. Traktör, Kurtderesi’nin kıyısından keskin bir dönemeçle kuzey batıya doğru döndü. Büyük bir homurtuyla dağa yukarı tırmanmaya başladı. Traktör araba gibi rahat değildi. Yollar da bozuk olunca sarsıyor, silkeliyordu.

“İçimiz dışımıza çıktı Büyükbabacığım.”

Motorun gürültüsünden anlayamamıştı Cemre’nin dediklerini.

“Anlayamadım,” dedi Zafer Bey.

Cemre yineledi yüksek sesle:

“Traktör çok sarsıyor. İçimiz dışımıza çıktı,” diyorum.

Emre işin gırgırındaydı.

“Prenseslere göre değil böylesi yolculuklar. Traktör incitir onları.”

“Ay güleyim bari. İncinmeyene bakın. Taş gibi oturuyor maşallah!”

“Çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Ne derseniz deyin, traktörler sarsıyor adamı. Hele de yollar bozuk düzen dağ yoluysa.”

“Daha yolumuz çok mu Büyükbaba?” diye sordu Özgün.

“Yarı oldu sayılır. Aklınızı traktörün sarsıntısına takacağınıza, şöyle çevrenize bakın. Karadağ’la Akdağ’ın arasındaki vadinin kuşbakışı görünümü ne kadar hoş!”

(Sürecek)