İnsanın yaş alması, büyümesi ve olgunlaşması bir zaman yolculuğudur. Bu yolculuk belirli mi? Bir bakmışsın, kuşlarla birlikte yol alırsın, havalarda uçarcasına… Kimseyi, hiçbir şeyi görmez gözlerin. Kulakların öğütleri dinlemez; hata üstüne hata yaparsın. Ama olsun, uçmak çok güzel değil mi?

Buna gençlik diyoruz. Bazen yavaşlar, sırtında yüklerle yürürsün. Kendi mutluluğunu unutursun, başkalarını mutlu etmek için. Öyle anlar olur ki; durup yüklerini boşaltmak istersin. Cesaretin varsa boşaltırsın, “Ben kendimin patronuyum,” diyerek. Kendi mutluluğunu hatırlarsın ama neden mutlu olduğunu unutmuşsundur. Kendine sorarsın: Seni ne mutlu ederdi? Hatırlamak için epey bir çaba harcarsın. Buna da olgunlaşma diyoruz.

Olgunlaşmak sana verilmiş en büyük armağandır. Gençlik yaraları sarılmış, kendi mutluluk alanlarını bulmuşsundur. “El  âlem” denilen gizli örgütü çökertmişsindir kendi içinde. Kendinin patronu da işvereni de sensindir artık. Zaman da senindir.

Her biri, zamanın döngüsünde bize sunulan kaçınılmaz duraklardır.

Olgunlaşmanın dayanılmaz hafifliği kırklı yaşlarda başlar. Hayatın her aşamasını anlamla doldurabilme kapasitemizle şekillenir. Çünkü zaman yalnızca geçip gitmez; aynı zamanda bizi dönüştürür ve yaşamımıza kattığımız anlamlarla yeniden var eder.

Ellili yaşlar, olgunlaşmanın zirvesi; kendini keşfetmenin master yapıldığı yıllardır. Yapılan hatalardan dersler alınmış, karşımıza çıkan sınavlardan yaralı bereli de olsa yüksek puanlarla geçilmiş olur. Bazen geçmişin bir yankısı, bazen de geleceğe doğru bakabilmektir.

Biraz sorgular insan bu aşamada hayatı. Ancak bu dönemin basit bir durgunluk ya da hayal kırıklığına dönüşmesini engellemenin yolu, hayatı sevmeye devam etmekten geçer.

Kendimize sormamız gereken en önemli soru şudur: Bu hayatta neler yaptım? Yola çıkış amacım neydi?

İşte tam bu aşamada tutkularını elinden bırakma. Amacın kalmadıysa yeni amaçlar edin, yeni hedefler koy cebine. Toplumsal öğretilerin aksine daha renkli giyin; daha canlı, daha enerjik ol.

Enerjini düşüren, seni sakinliğe davet eden arkadaşlardan uzak dur. Seni her hâlinle kabul eden yol arkadaşları ya da dostların olsun yanında.

Unutma, aşk sensin. Aşk, senin içinde. Ne yapıyorsan aşkla yaparsan, aşkı çekersin hayatına.

Altmışlara gelirken dış dünyaya sırt çevirmek yerine hayata daha sıkı sarıl. Daha renkli giyin.

Bireylerin yaşamlarına dokunmak, toplumsal bir davaya adanmak, yaratıcılığımızı paylaşmak ya da öğrenmeyi sürdürmek… Bunlar, bizi hayata bağlayan köprülerdir.

Her yeni gün, kendimize ve çevremize armağan edebileceğimiz bir iyilik, bir fikir, bir güzellik için fırsattır.

Unutma! Yaşam, yalnızca yaşadığımız kadar değildir; başkalarının yaşamlarına dokunduğumuz, onlarla paylaştığımız kadardır. Çünkü sevgi, dostluk, adanmışlık ve tutku, zamanın üzerinde yükselir ve varoluşumuzu anlamlandırır.

Yetmişe dayanmak ise hayata daha olgun, daha sakin, daha dingin bakabilmektir. Biraz da bırakıp   topuklu ayakkabıları  mokasenleri , oradan da spor ayakkabılara geçiş gibidir.

Ve sırtında seyahat çantanı unutma. Aşk hep seninle olsun.