Toros deyince aklımıza Akdeniz’e dimdik inen yarlarıyla sıradağlarımız gelir. O serin, buhar dolu deniz esintileri makilere can verir, ıslaklığıyla ortamı yumuşatır, kızgın güneş altında yanaklarımızı yalar, bir parça da olsa rahatlatır insanı.
Toros Dağları Muğla’dan Maraş’a, daha ileriye Hatay’da Amik Ovası’nı geçer Amanoslar’a uzanır. Kıyılarımızı yeşil bir kuşak gibi çepeçevre sarar. Torosları deniz kenarından yükselerek aşıp Orta Anadolu’ya geçtiğimizde hemen kendini gösterir kurak, çölleşmeye yüz tutmuş, susuzluktan kıvranan bozkır görüntüsü. Bozkır Orta Anadolu kentlerinin yazgısı olmuştur yüzyıllarca, insanı da bu yazgının canlı portreleri.
Son gelişmeleri şöyle bir düşünecek olursak, kısa tarihimizde, çok değil elli sene içinde, ulu çam ağaçlarının kapladığı yeşillikler arasında ne kötülüklerin de yaşandığını, yaşanmakta olduğunu anımsatır belleğimiz. Toros aynı zamanda bir araçtır, kötülüğün suretlerinin içinden çıkıp insan avına giriştiği bir araç… Beyaz Toroslar karanlık, çarpık, insana eziyet veren bir gerçeğe dönüşmüştür. Beyaz Toros yalnızca bir binit aracı olmaktan çıkar, insanlık dışı işkencelerin, can almaların, alınan canları yol kenarlarına yığmanın simgesine dönüşür. Devrimcilerin bilincinden hiç çıkmaz beyaz Toros görüntüsü. Araç olmanın çok ötesinde adı beyaz olmasına kaşın karanlık bir kavrama dönüşmüştür.
1980’e yaklaştığımızda devrimcilerin içinde acı deneyimler yaşadığı daracık hücrelerdir. Mamak zindanlarının tabutluklarını aratmaz. İnsanlık onurunun en çürük sözcük ve küfürlerle aşağılandığı, çarpan tokatlarla yüzümüzün kanlı-irin toplayan deri parçasına dönüştüğü, daracık işkence kutuları… 1990’larda ise artık birer ölüm araçlarına dönüşmüştür; içine alındıktan sonra bir daha izi bulunamayan ‘gözaltında kayıplarla’, yol kenarlarına bırakılan cesetlerle… Cumartesi Anneleri bu araçlarla götürülüp bir daha göremedikleri çocuklarını hâlâ arar Galatasaray Meydanı’nda. Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak Hasan’ını bulamadan göçtü, gitti. Cemil Kırbayır’ın annesi Berfo Ana da.
Bir başka örnek Cumartesi Anneleri ve İHD İstanbul Şubesi açıklamasından:
“25 yaşındaki Murat Aslan, 10 Haziran 1994 tarihinde Diyarbakır Yenişehir’de iki arkadaşıyla birlikte yürürken, tanık beyanlarına göre kendilerini polis olarak tanıtan, silahlı ve telsizli dört kişi tarafından Beyaz Toros’la kaçırıldı.
Tüm kurumlara başvuran ailesi ondan bir daha haber alamadı. İnkâr edilen gözaltı süreci, 10 yıl sonra JİTEM mensubu Abdülkadir Aygan’ın itirafları ile doğrulandı”
Beyaz Toros’lar örgütlü kötülüğün simgesidir.
1983 Kasım’ında, işte bu araç içinde, iki tarafımda oturan, kollarımı sıkı sıkı kavrayıp beni devinimsiz bırakan iki cellat eşliğinde götürüldüm ölümlerden ölüm beğendiğimiz derin araştırma laboratuvarı dedikleri işkencehaneye. Bir de diğer cellatlardan farkı olmayan sürücü ve yanındaki. Yanındakine diyecek bir şeyim yok. İşkenceye dayanmak kolay değil. Kâh yol kenarında durup otobüs altına itme manevraları, kâh yorulan işkencecilerin dinlenmek üzere kendilerine verdikleri molalarla dört saat çeken yolu dokuz saatte, sabahın henüz horozların ötmediği vaktinde ulaştık başkente. Ondan sonrası aylar süren bir karanlık çukur…
Onların okyanus ötesinden ‘Bizim çocuklar başardı.’ diye haykırarak şapkalarını tavana attığı cunta dönemi Nazi vahşetini hiç aratmadı. Bir araştırmaya göre on yedi bin insan kayboldu, kaybedildi, idam edildi veya kaçarken vuruldu dendi. İşkencelere dayanamayıp bilincini yitiren, kendilerini yakan devrimciler oldu. Faili belli, izi belirsiz yok oluşlar… Yediği işkenceler sonunda aklını yitiren, yaşama tutunamayan, tutunsa dahi bir daha dirençli kişiliklerine kavuşamayan, kimliğini unutan bireylere dönüştü. Şu günlerde yaşadığımız siyasal, ekonomik, moral dertlerin nedeni cunta ve cuntayı aratmayan sivil iktidarlardır. Cunta insanlık onuruna vurulmuş kara damga… ABD imalatı.
Sayın Özgür Özel’in Silivri ziyareti çıkışında devletin savcısının masasına koyduğuna işaret ettiği maket işte bu Beyaz Toros maketi. Neyin simgesi olduğunu, ‘İleri gitme, başına neler gelebileceğini anla.’ der gibi gözümüzün içine sokulmak istenen.
Sayın Özel büyük bir kararlılıkla gitti olayın üzerine, gözdağının peşini bırakmayacağını, ilk seçimler sonrasında oluşacak değişimde, bu ve benzer tehditlerin yasalar karşısında hesabının sorulacağını en anlamaz kafalara işledi. “Sen kime ne gösteriyorsun masaya beyaz Toros koyarak? Sen kimi tehdit ediyorsun? “ dedi. Bu kararlı, insancıl duruşu destekliyorum.
21. Yüzyılda çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı, torunlarımıza özgür, düşüncelerini açıkça ifa edebildikleri bir ortam bırakmayı ümit ederken İstanbul belediyesinde ve ülkenin birçok belediyelerinde sergilenen haksız, hukuksuz gözaltılar, tutuklamalar yaşıyoruz. Hak arayanlarımıza Beyaz Toros maketleriyle gözdağı veriliyor. Torosların yerini beyaz minibüsler aldı. Anayasal hak kullanan göstericiler, özellikle geleceğinden endişeli öğrenciler beyaz minibüslere dolduruluyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Meydanları dolduran milyonlar verecek yanıtı gözdağı kışkırtmalarına; demokratik, adil, hakça bir düzen kurulacak.
İlk seçimlerde bütün eller uzana sandığa.
Umutlarımız boşa çıkmaya.