Erdoğan emeklilere seslenmiş.
''Gençlerimize eski Türkiye'yi anlatın…'' demiş.

Anlatıyorum;

Emekli bankacıyım.

İki çocuğum, üç torunum var.

Dişimden, tırnağımdan artırarak, boğazlarından tek bir haram lokma geçirmeden; Eski Türkiye’nin aktöre anlayışına göre büyüttüm onları. Her iki çocuğum da üniversite mezunu.

… …

Eski Türkiye’nin aktöresi, Yeni Türkiye’nin aktöresine hiç benzemezdi.

Ar vardı Eski Türkiye’de, utanma vardı, dürüstlük vardı, namus vardı. Söz ağızdan çıktı mı, geriye alınması mümkün olmazdı.

Eski Türkiye’nin siyasetçisi, dün başka, bugün başka konuşmazdı.

Eski Türkiye’nin siyasetçileri; katkıları, emekleri olmayan kurumları sahiplenmezler; “Bu Üniversiteyi kim yaptııııı? Ya da bu havaalanını kim yaptııııı?” gibi söylemlerde bulunmazlardı.

Eski Türkiye’de vatan toprağı kutsaldı.

Bırakın adalarının işgalini; yabancı birileri, (bırakın adalarına) kayalıklarına (bile) günübirlik çıksa, yer yerinden oynardı Eski Türkiye’de

Eski Türkiye’de adalet, mülkün temeliydi.

Adalet vardı Eski Türkiye’de, hukuk vardı. Kuvvetler ayrılığı vardı.

Yürütmeye, yasamaya, yargıya kimse müdahale edemez; siyasetçi siyasetçiliğini, yargıç yargıçlığını, savcı savcılığını bilirdi…

Eski Türkiye’de kimse kimsenin bilmem neresinin kılı olmaya kalkmazdı.

Hiç kimse, kimsenin a’sına koymaya cesaret edemez, böyle şeyler dilendiril(e)mezdi. Nerede, nasıl ve ne amaçla söylenirse söylensin; hoş karşılanmazdı bu tür söylemler.

Eski Türkiye’de böyle söylemlerde bulunanlar, her konuda, her bir şeyden dışlanır, değil devlet ihalelerine kabul edilmek, insan içine sokulmazdı.

Eski Türkiye’de siyasetçi, soğanla, patatesle kavga etmezdi.

Eski Türkiye’de siyasi nezaket vardı. Hiçbir siyasi, hiçbir lider; diğer lider(ler) için, ‘çukur’ gibi, ‘tezek’ gibi kötü sözcükler kullanmazdı. Ayıp şeylerdi bunlar Eski Türkiye’de…

Eski Türkiye’nin Cumhurbaşkanları haza kibar ve beyefendiydiler.

Muhataplarına saygıyla yaklaşırlar, “Bay bay Kemal” gibi yakışıksız hitaplarda bulunmazlardı.

Eski Türkiye’de herkesin ‘adı ve soyadı’ o kişinin dokunulmazı ve kutsalı olarak kabul edilir; hiç kimse, hiç kimsenin adından, soyadından hoş olmayan sıfatlar üretmeye ya da türetmeye kalkmazdı. Örneğin soyadı “Portakal” olan bir kişiyi; ‘…Portakal mıdır, mandalina mıdır, narenciye midir…’ şeklinde anmak, densizlik ve saygısızlık olarak kabul edilirdi Eski Türkiye’de…

Eski Türkiye’de başbakan ya da cumhurbaşkanlarının uçak filosu yoktu. Tarifeli uçaklarla seyahat ederlerdi. Makam aracı filoları da yoktu.

Eski Türkiye’de liderler, cuma namazlarına (koruma ordusu ve araç konvoyu eşliğinde değil) sıradan bir vatandaş gibi, sessiz sedasız giderlerdi.

Eski Türkiye’de hiçbir lider, hiçbir siyasi, sokaktan ve vatandaşından korkmazdı.

Eski Türkiye’de hiçbir siyasi, kendi yaptığı ya da yaptıkları hataları ve de kendi günahlarını; rakip siyasilere yüklemeye kalkışmazdı. Eski Türkiye’nin yurtsever ve dürüst seçmenleri, bu tür siyasetçi(!) ya da siyasetçilerin(!) üzerini derhal çizerlerdi.

Eski Türkiye’de liderler, olur olmaz her bir yetkiyi (örneğin sarı basın kartlarını –bile-) değil uhdesine almak, bunu düşünmek ya da düşündürecek tavırlardan bile özenle kaçınırdı. Çünkü böyle bir tavır içinde olan lidere, siyasi literatürde ne deneceğini iyi bilirlerdi.

*    *    *

Eski Türkiye’de kredi kartları yoktu. Dolayısıyla bizim de kredi kartımız yoktu.

Eski Türkiye’de market de yoktu.

Bakkal(ımız) vardı. Alışverişimizi bakkalımızdan yapar, bakkalımıza borç yazdırırdık. Ne zaman paramız olursa da o zaman öderdik.  Haciz maciz bilmezdik.

Sendika vardı Eski Türkiye’de… Hiçbir patron işçisini, bu günkü gibi öyle sorgusuz sualsiz kapının önüne koyamazdı.

Eski Türkiye’de unvanı ve sıfatı ne olursa olsun, hiçbir kimse, devlet memuruna it muamelesi yapmaya cesaret edemezdi. Onu zırh gibi koruyan, ‘657 sayılı yasa’ olarak bilinen bir yasası vardı.

Eski Türkiye’de öğretmenlik mesleği son derece saygın bir meslekti

Eski Türkiye’de ‘bademleme’ olarak bilinen densizlikler bilinmez; okullarda, yurtlarda tecavüz olaylarına rastlanmazdı.

Eski Türkiye’de öğrenciler, kaçak göçek sigara içerlerdi ama bu tür kötü alışkanlıklar tek tük olur, çok büyük gizlilik içinde yapılırdı.. Ama Eski Türkiye’de okul önünde uyuşturucu satmak, akla hayale bile gelmeyecek bir olaydı.

Eski Türkiye’de inanan, inanmayan herkes çocuklara melek gözüyle bakardı. Mahallenin imamından dayak yemek işin şanındandı ama taciz edilmek akla bile gelmezdi.

Eski Türkiye’de emekli olan bir kişi, iki göz oda aramaya başlar; bulur alırdı. Çünkü aldığı emekli ikramiyesi, böyle bir alıma yeterdi. Çok nadiren de olsa, yetmezse; eşten, dosttan yardım istenirdi. Ancak hiç kimse böyle bir borcu, ‘…Yüzde 70 enflasyon var. Ben sana bu parayı, dolar olarak verir, dolar olarak alırım…’ demezdi.

Eski Türkiye’de, semtlere göre okul farkı yine vardı ama hiç kimsenin anası babası ‘benim çocuğum onunla, bununla aynı sınıfta olamaz’ gibi densiz laflar etmezdi.  Ayıptı böyle şeyleri dillendirmek, günahtı… O zamanlar gerçek anlamda ve içten bir Allah korkusu vardı.

Eski Türkiye’de GIRGIR gibi bir milyonun üzerinde satan bir mizah dergisi vardı. Bu dergi, ne kadar siyasetçi varsa; tümünü yerin dibine sokup çıkarır; ama hiçbir siyasetçi onlara ilişmez, ilişmeyi düşünmezdi. Çünkü Eski Türkiye’nin siyasileri gerçek anlamda demokrattı. Öyle değillerse bile öyle olmaya çalışırlardı.

Eski Türkiye’de kültür, bilgi ve görgü ön plandaydı.

Eski Türkiye insanı vefalıydı. Ülkesinin kurucusuna ve dava arkadaşlarına saygıyla yaklaşır; onlara kötü sözler söylemez ve söyletmezdi.

Eski Türkiye’nin hiçbir siyasetçisi, halkına; ‘ananı da al git lan’  demez ya da ‘af edersiniz Ermeni midir,  kadın mıdır kız mıdır, Alevi midir…’ gibi yakışıksız sözler kullanmazlardı.

Eski Türkiye’de tüm siyasetçiler, diplomaları neyse onu koyarlardı ortaya… Hiçbir siyasetçi, üniversite mezun değilse, ‘ben üniversite mezunuyum’ demezdi. Örneğin Robert Kolej mezunu olan ve Harvard Üniversitesi'nde 8 ay Ortadoğu tarihi ve sosyal psikoloji eğitimi alan, üst derecede İngilizce bilen Bülent Ecevit, hiçbir zaman ben üniversite mezunuyum…’ demedi...

Eski Türkiye’de hırsızlık, yolsuzluk olmaz mıydı; elbette olurdu. Ama o kişi (İster ülkenin en yetkini ya da yetkin bir kişisinin yakını olsun) anında sahadan çekilir, çıkarılırdı.

Elbette Eski Türkiye’nin de pek çok sıkıntıları ve açmazları vardı; ama bugünkü Türkiye’yle kıyaslanmayacak ölçüde mükemmel, mesut ve bahtiyardı.

Eski Türkiye, bugünkü Türkiye gibi kutuplaşmamış, kutuplaştırılmamıştı.