HANGİ İTE YALATTIN

Bir gün Hasırcızade

Mehmet Ağa atıyla;

Yakalamış olduğu,

dolaşma fırsatıyla;

Antep caddelerinde

neşeyle geziyormuş.

Tadını çıkararak,

çevreyi süzüyormuş.

Karşı yönden gelen bir

çocukla karşılaşır;

Çocuk elinde yoğurt

dolu bir kase taşır.

Canı çeker, çocuktan

kaseyi çeker alır;

Üstünden birazcık yer,

çocuk şaşıra kalır.

Kalanını verir ya,

çocuk ağıda çöker;

Hasırcızade Mehmet:

“Evladım ağlama!” Der.

“Hasırcızade yedi,

dersin annen darılmaz.

O beni tanır, bilir;

inan ki sana kızmaz.”

Elindeki kaseyle

ağlamayı sürdüren;

Çocuk diyeceğini

der ki defter dürdüren…

“Anam inanmaz buna,

mutlaka sen bunu, der;

Hangi ite yalattın,

diyerek beni döver!”

Hasırcızade fıkra

yarışmasında bile;

Yarışmıştır nüktedan

o Fuat Paşa ile.

Bu olay sonrasında,

şöyle çevreye döner:

“Beni ilk kez ömrümde,

bu çocuk mat etti,” der

BİZ ONA KARIŞMAYIZ

Sultan Abdulmecitli,

bir fıkra anlatalım.

Ne eksik bırakalım,

ne de bir şey katalım.

Bir gün boğaz içinde

bir gezi yapıyorken;

Yolu üzüm bağları

arasındaymış derken…

Yolunun üzerinde

bir Bektaşi Tekkesi;

Bektaşi babasının

içerden gelmiş sesi:

“Hoş geldiniz Sultanım!”

diyerek karşılamış;

İçeri buyur edip,

üzümle ikramlamış.

Bir süre söyleşerek,

söz gelirken üzüme;

Demiş: “Baba erenler,

kulak verin sözüme.

Bu kadar üzümleri,

siz nasıl toplarsınız?

Toplayınca onları,

sizler ne yaparsınız?”

Baba erenler demiş:

“canlar birlik oluruz;

Toplarız üzümleri

her yere doldururuz.

Biz tüm canlar üzümü

oldukça çok severiz;

Hep mutluluk içinde,

çoluk çocukla yeriz.”

“O kadar bağ üzümü

hiç biter mi yemekle?”

“Bağları yetiştirdik,

bizler bin bir emekle.

Yemekle bitmeyeni,

sıkarız fıçılarız;

Yani üzüm suyunu,

fıçılara basarız,”

“Peki baba erenler,

fıçılara basılan;

O üzümün suları,

şarap diye anılan;

Bir şıraya dönmez mi?

Ne dersin bu duruma?”

“Haddimiz değil bizim.

Gerek yoktur yoruma.

Ona karışamayız.

Ulu Tanrı ne derse;

Ya sirke, ya da şarap;

o olur ne isterse.

(SÜRECEK)