Bu gece de uykum kaçtı, bizim aklı evvelleri gece gece uykularından kaldırıp verip-veriştirmeyeyim diye, çatacak senden başka kimse bulamadım Marx amca. Birkaç büyüğümüze çatacaktım, kalpleri kırılmasın diye sana çatacağım. Bizim yörede bir söz vardır; “vurun abalıya”. Kimseye kızamadığın zamanlarda en sesi çıkmaza yüklersin kabahati. “Abalı” işte o sessiz kimsedir, kimsesi olmayan kimsedir. Sessizdir, kimsesizdir ne kadar hırpalarsan hırpala karşılık vermez “abalı”. Kusura bakma, benim abalım da sensin, sana yükleneceğim Marx amca.

Koskoca Kapital’i yazıp sömürü çarkını gözler önüne sermişsin Marx amca. Sermişsin de ne olmuş? Okuyacak emekçi olmadıktan sonra, kitleler senin tanımladığın egemen sınıfların zorbalığında uyutulup/uyuşturulup gazete bile alamayacak derecede yoksullaştırıldıktan sonra… Kömür göçüğüne ya da zehirli maden çukurlarına doldurulduktan sonra… Beyin gelişmemiz tamamlanmadığı için okuduğumuzu bile anlamaz yeni yetme düzeyinde kaldıktan sonra… Okuyanımıza; bilimle, sanatla, felsefeyle, matematikle haşır-neşir olanlarımıza kör kuyuların yolunu gösterdikten sonra…. Dilediğin kadar manifesto-menifesto yaz, biz kendi yalanımızla yaşıyoruz Marx amca. Beş yılda bir seçim-meçim oyunuyla oyalanıp gidiyoruz Marx amca.

Cehalet hep çok bilir Marx amca, hele Anadolu cehaleti çöl bedevisinden beterdir. Sen Batı’da yaşayıp yine o topraklarda öldüğün için bizim topraklarda ne filmler döndüğünü, ne şark kurnazlıklarına akıl yorulduğunu bilmezsin Marx amca. Oysa Şeyh Bedrettin’imiz “yârin yanağından gayri her yerde, şeyde, hep beraber” demişti etrafındakilerle birlikte senden 400 yıl önce Osmanlı zorbalığına direnirken.

Serez Çarşısı’nda hâlâ darağacında sallanır. Serez Çarşısı bu gaddarlığa tanık yüzlerce yıldır. Serez Çarşısı’nın camekânları her seher Bedrettin diye ağlar, Torlak Kemal diye haykırır bulutlara. Kapital'de bunları yazmamışsın Marx amca. Bizim 21. yüzyılda eşi benzeri görülmemiş bir rantçılar tayfasıyla birlikte yaşayacağımızı, birer Benelux ülkesi büyüklüğünde toprağı Ali-Cengiz oyunlarıyla üstüne tapulayanımızı, ne oluyor, diye soranlara kırk katır veya kırk satır gösterdiğimizi de bilmezsin Marx amca. Yalnızca sınıfların belirgin olduğu Batı ülkelerindeki kapitale/sermayeye karşı emekçileri aydınlatmışsın. Bizim feodal gaddarlıklarımızı görmemişsin. Tarım ülkesi olan topraklarımda zeytin ağaçlarımızın sökülüp, zeytin üreticilerimizin yoksullaştırılıp Tunus'tan zeytinyağı dışalımı yapacağımızı, şeker fabrikalarımızın kapatılıp dünya pazarlarından yılda 600 ton şeker alacağımızı, mercimek tarlalarımızın ekimini engelleyip Kanada ve yanındaki böyyük ortağından mercimek alacağımızı da görmemişsin Marx amca! İnsan 3 cilt Kapital yazar da benim gibi az-gelişmiş aydınlardan, çoğunluğumuzu oluşturan hurafecilerden hiç söz etmez mi Marx amca? Kimi yazsam, kime kızsam kafama vuruyor, bense kafamı karataşa... Marx amca...

Dört yaşından başlamak üzere veririz çocuklarımızın eline üfürükçü masallarını, anlatırız yıllarca, öylece uyuturuz ömür boyu. Altı yaşında evlendirmeye de kalkarız; en karanlık köşelerde çocuklara kurduğumuz tuzakları, yaptığımız eziyetleri bir bilseydin dudakların uçuklardı Marx amca. Bu yozlaşmışlık, bu beyin yoksulluğu, bu ahlaksızlık mayamıza sinmiş, atamıyoruz üzerimizden! Nasrettin Hoca’mızın göle mayaladığı yoğurt yerine toplumu uyutmak için mayalanan yoğurdu yediriyoruz bin yıldır. Ne yoğurt bitti ne de uyutulanlarımız, “gına geldi, artık yoğurt yemeyeceğim” diyor Marx amca. Bu yoğurdun tadı tuzu yok, bu yoğurt acı yoğurt Marx amca. Biz keyif çatarken kent ve kır yoksullarımız ömür orucuna yatarlar, kevser şarabı, huri-nuri rüyaları görerek Marx amca. Sanıyorum Kapital’i bizim için yazmadın… Ya okudum anlamadım ya bizi atladın ya da bilerek yazmadın. Doğrusu seni fazla anlamadan da devrimci olmuşlardı burjuva devrimciler de iş sıkıya gelince yan çizmişlerdi dünyanın birkaç yerinde. Gerçi her yerde yan çizdikleri söylenemez ama bizde böyle oldu kırk sene önce. Doğu Sorunu’nda da pek derine inmemişsin. Ne yaparsın az-gelişmiş ülkenin aydını da benim gibi az-gelişmiş Marx amca! Baksana en akıllımız bile sırtında kırk değnek kırılmasına karşın tek satır sorumluluk almıyor üstüne kırk üç yıldır. Bir de zeytinyağı gibi üste çıkıyor, hâlâ  “ben bilirim” diyor Marx amca. Sanıyorum yanlış adamlar yanlış yere kurulmuşlardı. İşbirlikçilerimizi kavramak da zor... Onlar da Kapital’i okudu, biliyor bilmesine de sorunları, bilmezden geliyorlar, emeğe yükleniyorlar. Bizden tek satır söz etseydin, bizim de gözümüz açılırdı belki!... Ağaç kovuğundan çıkmayanlarımız da var aramızda, hiç olmazsa onların gözü açılırdı Marx amca, biz cahil geldik cahil gidiyor olsak da.

Başka serzenişlerim de olacak, ancak bugünlük bu kadarla yetiniyorum. Çatacak kimse bulamazsam bir kucak sakalınla sömürü-sermaye düzenine ti geçer gibi bakarken bulurum seni, yine yüklenirim. Bizim tekelcilerimiz sömürmeyi de iyi öğrenmiş, kemirmeyi de. Kemirdiği emekçi kemiği!

“Bıçak kemikte” diyor Sivas köyünden kalkıp odalarımıza konuk olan Hasan Hüseyin. Sen de görüyorsun “bıçak kemikte”. Kemiğine kadar sömürüyor denir ya, bunlar kemiği de geçti, iliğimizi sömürüyorlar artık. O yüzden cansız cenazeler gibi dolaşırız sokaklarda, tek ses çıkarmayız, otururuz cıbır parklarında, çay simit düşleriz ya da millet bahçelerinde yatıp yuvarlanırız. Hem öyle anlamlı anlamlı bakıp durmazlar, bilirler ne yaptıklarını da anlamazdan gelirler.

Biliyorum, sen yazabildiğin kadar yaz, emekçilerin benim fabrikalarımda alamayacakları ürünleri üretmeye devam edecek, diyorlar. Konuşmamız bir işe yaramıyor, yürümemiz bir işe yaramıyor, sövmemiz bir işe yaramıyor. Ne yapalım, şimdilik onların borusu ötüyor. Biz mi? Seyrediyoruz kocaman gözlerimizle, devinsek suç sayılıyor, övünsek suç, halay çekmek suç, çiftetelli oynuyoruz o nedenle. Gözümüz açık düş görüyoruz yerimizden kımıldamadan, haşhaş çiğnemiş otçular gibi.

Bu günlük bu kadar olsun, veda saati.