1 Eylül, Dünya Barış Günü adını 1 Eylül 1939’da Nazi Almanya’sının ordularının Polonya’ya saldırdığı günden alıyor. 2. Dünya savaşı resmen başlıyor. İnsanlık Dünya tarihinin gördüğü en kanlı ve en acımasız olaylara sahne oluyor.

En kanlı ve acımasız 2. Dünya Savaşının başladığı günün Dünya Barış Günü olarak anılması, biraz çarpıcı, düşündürücü gelebilir. Fakat bunu ve bugünü emperyalizmin gözü doymaz sömürüsüne, yoksul ve güçsüz ülkeleri paylaşımına, halkların birbirini boğazlamasına karşı birlik, dayanışma barış için mücadele günü olarak ele alırsak 1 Eylül Dünya Barış Gününün anlamı, savaşsız bir dünya için daha iyi anlaşılır.

         Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve Varşova Paktına üye olacak ülkeler 1946 yılında Birleşmiş Milletlere (BM) başvurarak 1 Eylül’ün “Dünya Barış Günü” olarak kutlanmasını istedi. Ne var ki BM tarafından kabul görmedi. O günden bu yana da her gün değeri daha çok aratarak, savaşa karşı 1 Eylül Dünya Barış Günü olarak kutlanıyor. Çevremizde sıcak çatışmaların sürdüğü ve “Üçüncü Dünya Savaşından” söz edildiği şu günlerde barışın önem ve anlamı daha iyi anlaşılıyor.

         Savaşlar yıkımdır, ölümdür, kandır gözyaşıdır. Aslında insanlığın ulaştığı uygarlık ölçütlerine aykırıdır. İnsanlığın varoluş ilkesine de aykırıdır. Savaş en çok kadınları ve çocukları yıkıma uğratır. Onun için ki Gazi Mustafa Kemal “Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir…Yurtta barış, dünya da barış” demiştir.

         Dr. Nejat Tarakçı 17 Ağustos 2011 tarihli makalesinde; “Barış, insanın kendi kendiyle barışık olmasını içeren bireysel, daha sonra ailesel ve nihayet toplumsal ve evrensel bir ihtiyaç. Ancak 14 bin yıllık insanlık tarihine baktığımızda sürekli çatışma, kriz ve savaş içinde bir dünyada yaşadığımızı görmekteyiz.... 14 bin yıllık insanlık tarihinin 10 bin yılında dünya toplumlarını üreyen, üreten, yetiştiren kadınlar idare ettiklerinden insanlar barış içinde yaşamışlardır. Erkeklerin yönettiği son 3 bin yılda ise en büyük savaşlar ve felaketler yaşanmıştır” derken haksız değildir.

         İnsan düşünmeden ve sorgulamadan edemiyor. Teknolojide, bilimde, sanatta, iletişimde dev ilerlemeler kaydeden insanlık, birbiri ile savaşıyor, birbirini boğazlıyor, çocukları, kadınları, hasta ve yaşlıları hala katledebiliyor. İsrail’in Filistin’e saldırıları ise günümüzün en canlı örneklerini oluşturuyor.

         Nasıl olur da insanlık varoluş ilkelerinin tersine, hala sivillere saldırabilir? Fosfor, misket, alev ve radyasyonlu bombaları sözde yasak olduğu halde sivil halkın, çocukların üzerine atabilir. Ya Hiroşima, Nagazaki’ye atılan atom bombaları emperyalizmin kâr hırsı için, neler yapabileceğini, gözü dönmüşlüğünü göstermiyor mu?

         Bizim de yakın tarihimizdeki savaşlara bakalım. Savaşların da, haklı olanı vardır. Haksız olanı vardır. Ulusal Kurtuluş Savaşları haklı savaşlardır. 102 yıl önce verdiğimiz 30 Ağustos Zaferi ile taçlandırdığımız savaş emperyalizm canavarına karşı idi ve haklı savaştı. Bir de bu şanlı zafere sevinemeyen hainler var ki bu zaferin liderine başkomutanına “lanet okuyabiliyorlar.” Şu kadarını söyleyeyim, 30 Ağustos Zaferi olmasaydı, siz HAİN bile olamayacaktınız. Çünkü ortada olamayacaktınız.

         Her şeye rağmen barış olasıdır. Yeter ki, uluslararası gerilimler azaltılsın, barış işbirliği, güven güçlendirilsin, Başta nükleer olmak üzere, silahlanmaya son verilsin. Sorunlar tehdit, şiddet, silah kullanarak düşmanca tutumlarla değil,  adalet, eşitlik ve karşılıklı çıkar ilkeleri çerçevesinde çözülsün.

                   1 Eylül Dünya Barış Günü’nde tüm dünyada savaşların, çatışmaların, gerginliklerin, kan, şiddet, nefret, kinin değil barışın egemen olmasını diliyoruz. Dostluk, kardeşlik, uygarlık, insanlık için savaşsız bir dünya ve barış diyoruz.