Yazıya başlarken başlığın ne olacağını düşünmenin yazıdan daha zor olduğunu anladım. Bu konuya el atmak, televizyon kanallarından izlediğim, gazeteden okuduğum kadarıyla bir yorum yapmak gittikçe zorlaştı. Nasıl zorlaşmasın? Yenidoğanlara yapılan gaddarlığın boyutunu düşünmek bile acı veriyor. Önce ‘Yenidoğan Çetesi’, ‘Sağlık Rezilliği’ gibi başlıklar geçti usumdan. Sonunda ‘Sağlıkta Çeteleşme’ başlığında karar kıldım.

Feodalitenin henüz çözülemediği ilk yıllarda oluşturulmaya çalışılan çarpık kapitalist ilişkiler cumhuriyetin ilk on yılını aştıktan hemen sonra iyice çarpıtılmış, ellilerden sonra emperyalist Batı ile başlayan bağımlı ilişkiler giderek hız kazanmış, cumhuriyetin kurucularının koymaya ve geliştirmeye çalıştıkları bağımsız üretim ve dış satım koşulları ortadan kaldırılmış, tüm kazanımlar bir bir satılmış, özelleştirme furyası almış başını gitmiş!

Bütün bunlara tanık olmanın ve her türlü çabaya karşın durduramamanın verdiği sıkıntıyla yaşayıp geldik bu yıllara.

Özellikle batılı sermaye odaklarıyla kurulan ikili anlaşmalardan kaynaklanan sıkıntılar her sabah baş ağrısıyla kalkmamıza, yaptığımız işten keyif alamamamıza, üretkenliğimizin düşmesine neden oldu.

Öyle ki batı sermayesi sınırlarımızı çıkartılan yasalarla zorlayıp her alandaki varlıklarımızın yok edilerek kendi koydukları koşullarda yeni bağımlılık ilişkileri geliştirdi.

Başımıza bir ‘özelleştirme’ belası sardı ki insanlarımızın içinden hiçbir zaman çıkamayacağı bir kapana dönüştü.

‘Satarız, satarız, babalar gibi satarız.’ ‘Ne komünist ülkeymişiz, sata sata bitiremedik.’ diye övünen  bir Unakıtan bakanımız bile oldu. Cumhuriyetin tüm kazanımları olan fabrikalar çok uluslu ortakları olan, kendi öz sermayesi düşük şirketlere verildi, böylelikle yabancı sermayeye yurdun/kamunun malları peşkeş çekildi.

Hemen her alanda tam bir yağma düzeni işler hale geldi. Yağma sürüyor, ülkemin zenginlikleri; madenlerimiz, sularımız, tarım alanlarımız çokuluslu şirketlerin elinde. Hidroelektrik santralları, maden ocakları, köprüler, paralı otoyollar, limanlar, havaalanları dahi bu furyanın içinde.

Böylesi bir özelleştirme sevdasından sağlık hizmetlerinin de zarar görmesi kaçınılmazdı. İşe özel hastanelere izin verilerek başlandı ve kamu malı hastanelerin içi boşaltılarak, kamu hastanelerine yatırım yapılmayarak özel hastanelere kaynak aktarılması sağlandı. Kentlerin kalabalık semtlerinde hizmet veren kamu hastaneleri kapatılarak hastaların özel hastanelere yönlendirilmesi sağlandı. Özel hastaneler kâr peşinde koşarken özellikle emekçi sınıflar bakımı karşılayamama, borçlanma gibi ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya. Devlet hastanelerinin vermesi gereken hizmetle para karşılığı özel hastanelere devredilmiş durumda. Özel hastane ve bakımevleri kasalarını doldururken halk faturasını ödüyor.

Sağlıkta özelleşme tüm olumsuzluklarıyla yürürken eğitim alanında da benzer sıkıntılar yaşanıyor. Bu ayrı bir yazı konusu.

Bu arada ulaşılması güç uzaklıkta ‘Şehir Hastaneleri’ kuruldu. Hastalar ve hasta yakınları ulaşımda zorluk çekti, ulaştığında nereye nasıl varacakları sorunu yaşandı. Bir de sorunlu randevu alma sistemi gelişti. Aylar sonrasına verilen randevuların hastaya ne kadar yararı olacaktır? Hastaya hastalığının belirdiği anda müdahale edilmelidir. Geciken randevu ve bakım sağaltım sağlamaz, can kaybı getirir.

Duyarlı çevrelerden, özellikle emekçi kesimlerden ve uzak görüşlü bilim insanları ve siyasetçilerden yükselen itirazlar görmezden gelindi. Kamu hastanelerinin zarar ettiği, sağlıklı hizmet sunamadığı, özelleşirse bu sorunun kalkacağı, çok daha modern hastane ve sağlık altyapısı oluşturulacağı ilan edildi. Kim tarafından? Tabii ki piyasacı, dışa tam bağımlı siyasal iktidar tarafından…

Özelleştirilen sağlık kurumlarında kamu kaynaklarını kendi kasalarına aktaracak çeşitli yöntemler gelişti. Hemen her alanda görülen mafyalaşma bu alanda da kendini gösterdi. İrili ufaklı mafya odakları oluştu. Sağlık belli ölçüde mafyaların elinde bir oyuncağa döndü.

Bu ortamda iyice güçlenen mafya insan canı almaktan çekinmedi. Yenidoğan bebekler üzerinde oynanan oyun, bebeklerin ölümleriyle oynanan oyun bir biçimde ortaya döküldü. Önce SSK’dan para sızdırma ile başladı, arkasından bebek kanı ve kök hücre pazarı ortaya döküldü. Bu alanda çok milyon dolarlık rant olduğu ortaya çıktı. İnsan canı yok edilerek sağlıksız paralı kişilere sağlıklı bebek kanı ve kök hücre satıldığı öğrenildi. Çirkin, çirkin olduğu kadar kara bir pazar, kan pazarı, can pazarı!

Bu rant çetelerinin büyük kentlerle sınırlı kalmadığı tüm ülkede benzer çeteleşmelerin görüldüğünü bildiriyor haber ajansları. Skandal gittikçe genişliyor. Bakalım ucu nereye varacak!

İstanbul’da on bir hastane kapatılırken eski Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun hastanesinin de adının geçmesi düşündürücüdür. Skandalın büyüklüğü akıl almaz boyutlarda.

Bu acımasız rant alanı ortaya döküldüğünden beri giderek büyüyen çeteleşme odakları olduğunu öğreniyoruz. Sorunun görüldüğünden çok daha vahim ve büyük çaplı olduğunu anlıyoruz. İçine girdikçe görülen bir acımasızlık ve sağlıksızlık kuyusu! Yalnızca yenidoğanlar değil yaşlıların bakımı dahil hemen her tür sağaltım ortamında örgütlü çeteleşme gerçeği ortaya saçıldı.

Bu kadar büyük çaplı sağlık skandalı yaşanırken vurgunun yapıldığı hastane sahipleri ellerini kollarını sallayarak işlerine devam ediyor, rant zincirindeki hemşire ve doktorlar ve diğer sağlık görevlileri tutuklanıyor. İnsanın aklı almıyor. Bu bebek ölümlerinin yaşandığı hastane sahipleri serbest, çeteleşme zinciri içindekilerden bazıları gözaltına alınmış! Önce adalet diyelim, adalet.

Böylesi bir skandal patlak verince en başından en uca bütün sorumluların istifa etmesi gerekmez mi? Yoksa tek adam rejimlerinde istifa geleneği olmaz mı diyoruz?

Sağlık ticarileştirilemez.

Özel hastaneler kapatılmalı, tüm varlıkları kamu hastanelerine aktarılmalıdır.

Sağlık hizmetleri kamu hastanelerinde verilmelidir.