Osmanlıyı doğru anlamanın ve tanımanın yolu, yöntemi; iki farklı Osmanlıyla karşılaşılacağını bilerek Osmanlıya yaklaşmaktır.
Osman Gazi’nin asıl adı ORHUN’dur.
Ancak gerçek adının ATAMAN olduğu söylenir
Türk dilinde "Ataman" sözcüğü, "atlıların atası" demektir.
Ayrıca da “Ataman” sözcüğü ordu liderlerine de verilen bir unvandır.
Kazaklarda da savaşta başarı gösteren askerlere Ataman unvanı verilir.
“Ataman Orhun Kağan” yani Osman Gazi, İnegöl yakınlarındaki Kulaca Hisar’ı fethetmiş ve bunun üzerine Anadolu Selçuklu Sultanı 2.Gıyaseddin Mesud, Osman Gazi’ye, “BEY” unvanını vermiştir.
“Osman” adını ise Şeyh Edebali vermiştir.
* * *
Yazımın giriş bölümünde dillendirdiğim gibi gerçekte iki farklı OSMANLI vardı.
Halifeliğe kadar olan OSMANLI (yani namı-ı diğer Türk İmparatorluğu) ve halifelikten sonra Araplaşan Osmanlı İmparatorluğu (daha doğrusu Araplaştıkça daha çok batan koca Osmanlı İmparatorluğu)
… …
Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu. Ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar…
O günkü koşullarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri, Memluklerin elinden Abbasi Halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler...
Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerindir.
(1517) ama çok büyük bir sorun çıkar, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk Halife’ye biat etmek istemezler.
İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk Halife’ye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur.
Bu yol “Mısır’dan ve Arap diyarlarında seçilecek iki bin civarında ulemanın, Mollanın, Ebu Suud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi ve de her türlü valilik yetkisi verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlama” yoludur.
Bu yol, “Türk İslam yolu” terk edilerek, “Arap İslam yoluna evrilme” yoludur.
Bu projeyi Araplar da destekleyince, proje hayata geçer ve ne yazık ki (EVET, NE YAZIK Kİ) bu kabulden sonra (günümüzde de kısmen kabul gördüğü gibi) TÜRK kelimesi yasaklanır.
“TÜRK ’üm!” “TÜRKMEN’im!” diyen, Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, hatta ve hatta kafası kesilir...
(Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşa’nın “TÜRK ’üm / TÜRKMEN’im” dedikleri için kafalarını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı, 158 bindir.)
Ve yine ne yazık ki; Osmanlı'nın son 350 yılı, ilk 250 yılın aksine TÜRKLERE zulümle geçer ve sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur…
* * *
1603 yılına gelindiğinde, Ehli Beyt TÜRK Bektaşi Tekkeleri yasaklanıp kapatılır, yerine Halid-i Nakşi Kürt-i Tekkeleri kurulur.
Yine bu dönem Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir ve hatta 1839 yılında Birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulur. (Tarihte bu ayrıcalık, Kürtler için tanınmış Şah İsmail diyeti olarak bilinir.)
Yine bu dönem TÜRKLER, saraydan, ordudan ve kurulu düzenden(!) dışlanır.
Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, Serdengeçti Birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılırlar ki, savaşta kırdırılarak, ganimet toplanması engellenir.
Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile iş birliği yapan yeniçeriler, kendi aralarında toplar ve paylaşırlar…
Ordudan, saraydan ve kurulu düzenden yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak içinde Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler...
Bu aşiret ve boyların en büyükleri Avşarlardır…
Halaçlardır, Mukrilerdir, Bayatlılardır, Beğdililerdir, Evyalardır, Yıvalardır…
Araplaşmış Osmanlı, bu Türkleri “EKRAD TÜRKMANLAR” olarak adlandırır.
Ne demek Ekrad Türkman?
“Kürtleşmiş Türk, Kürtlüğü seçmiş Türk” demek.
Böyle bir şey olabilir mi?
Böyle aptal bir tanılama olabilir mi?
Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı da Türk düşmanı Osmanlı’nın baskılarından kurtulmak için İran’a göç etmek durumunda kalmıştır.
(Bugün en yoğun Türk nüfusunun yaşadığı Tahran’da yaşayan Türkler, Osmanlı baskısından kaçıp, İran’a yerleşen Türklerdir)
OSMANLI öyle bir açmaza düşmüştür ki ne halifelikten vazgeçebilir ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir.
Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmış, mezhepçiliğe kurban edilmiştir…
Bütün bu akıldışı baskılar yetmezmiş gibi Arap yanlısı Osmanlı mollaları, başta matbaa olmak üzere pek çok bilimsel yenilikler konusunda verdikleri akıl dışı saçma sapan fetvalarla; Osmanlı’ya, Rönesans’ı da ıskalatmışlardır.
Ulu Önderimiz Atatürk’ün sağlığında yok etmek üzere olduğu bu Arap zihniyeti; Atatürk’ün erken ölümüyle yeniden hortlamış, ülkemizin dört bir yanında Arap yanlısı gerici faaliyetlerini tekrar sürdürmeye başlamıştır.
Bugün Türkiye olarak yaşadığımız gerici faaliyetlerin temelinde bu zihniyet yatar.
* * *
Şimdi bu noktada sorulması gereken sorular şunlardır.
* 1299 yılından 1683 yılına yani Viyana bozgununa kadar yaptığı tüm savaşları kazanan bir “Türk imparatorluğu” bir Osmanlı varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybetmiştir?
* Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi-mezhepçi politikalara dönülmeseydi, koca bir imparatorluk batar mıydı?
* Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşilerin, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevilerin… İslam’ı, İslam değil miydi?
* Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin İslam’ı, Akşemseddinlerin İslam’ı İslam değil miydi de Ebu Suudlara teslim olup batırdık koca İmparatorluğu?
* * *
Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir.
Pir-i Türkistanlı Ahmet Yesevi der ki:
“Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”
Doğru olan da budur.