Bilen bilmeyen herkesin dilinde bir Osmanlıdır sürüp gidiyor.

Soruyorsunuz, kimdir Osmanlı?

Aldığınız yanıt “atalarımızdır” oluyor.

Başka?

Başka ne biliyorsun?

Hiç…

Ben anlatayım…

*    *    *

Osmanlıyı, 1299 yılında Oğuz Türklerinin Kayı Boyu kurmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu;

* 1299’da kurulmuş, 1579'a kadar 3 asır YÜKSELMİŞ...

* 1579’dan 1699'a kadar, 1 Asır DURAKLAMIŞ.

* 1699’dan 1919'a kadar. GERİLEMİŞ, SONUNDA TÜMDEN ÇÖKMÜŞ ve YIKILMIŞTIR.

… …

Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı;

* Halifeliğe kadar olan Osmanlı... (1299-1517) Nam-ı diğer Türk İmparatorluğu

* 1517 tarihinde Halifeliğin alınmasından sonra da Araplaşan Osmanlı İmparatorluğu… Ve Araplaştıkça daha çok batan koca Osmanlı İmparatorluğu...

*    *    *

Türkler için her şey güzel gidiyordu aslında.

Ta ki “Halifelik sevdasına” düşülene kadar.

O günkü koşullarda halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memluklerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ettiler...

Bu savaşların sonunda, halifelik kılıç zoruyla Osmanlının oldu. (1517)

Ancak Arap Dünyası, bu geçişi ilk günden itibaren hiçbir zaman kabullenmedi ve Osmanlı Halife’ye hiç biat etmedi.

Bu sorunu çözmek ve Arapları, Osmanlı Halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol arandı.

Bulunan bu yolla, Arap Dünyasından seçilecek iki bin civarında Arap ulema, Molla ve Ebussuud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmeleri sağlandı...

İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir deyişle;  Osmanlı İslam’ının terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini sağlamak konusunda anlaşıldı.

Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçti ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklandı.

“Türk’üm!” ya da “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılandı, dışlandı, kafası kesildi...

Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk’üm!", “Türkmen’im!” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bini buldu..

Ve Osmanlı son 350 yılını ilk 250 yılın aksine, Türklere zulümle geçirdi. Bu anlayışla sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kuruldu...

… …

1603 yılına gelindiğinde artık Ehl-i Beyt Türk Tekkeleri de yasaklanıp, kapatılmaya; yerine Halidî, Nakşî, Kürdî gibi Tekkeler kurulmaya başlanıldı.

Yine bu dönemde Kürtlere sayısız imtiyazlar verildi.

1839 Birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutuldu. (Kürtlere Şah İsmail diyeti ödendi…)

Yine bu dönemde Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edildiler.

Arap mollaların fetvalarıyla, (sırf Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için) serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturuldu, en ön safta savaştırıldı.

Savaşlarda toplanan ganimetleri saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaştılar.

*    *    *

Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı canını kurtarmak için Kürtleşme yolunu yeğledi.

Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlar, Halaçlar, Mukriler, Bayatlar, Beğdililer, Evyalılar ve Yıvalardır…

Tarihimizde bunlara “Ekrad (kürtleşmiş) Türkmanlar” denir.

… …

Yine bu gerekçelerle Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a göç ettiler. (Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır…)

Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki, ne halifelikten vazgeçebilir, ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir...

Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmış, mezhepçiliğe kurban edilmiştir…

Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva vermektedirler…

Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar…

*    *    *

Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir.

1527 yılında da Ermeniler, 1563 yılında da Rumlar matbaaya kavuşur.

Osmanlının başına bela olan bu mollalar her seferinde yeni bir fetva ile Osmanlının matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı Dünyası Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani tam 240 yıl sonra, 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz; ama bilgiye sahip olmak için artık çok geçtir…

Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır:

1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir Türk imparatorluğu (Osmanlı) varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de Kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?

Osmanlı bu dönemde; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunu’ndan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir.

Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi mezhepçi politikalara dönülmeseydi; koca bir imparatorluk batar mıydı?

Ve yine; Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşların, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevilerin İslam’ı, İslam değil miydi?

Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin İslam’ı, Akşemseddinlerin İslam’ı İslam değil miydi de, Ebussuudlara teslim edip batırdık koca imparatorluğu…

Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir.

Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi der ki: “Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”

İşte bu yüzden "Arap sevici, mezhepçi" değil, Cumhuriyetçiyiz, Türk'üz, Atatürkçüyüz...

Ne Mutlu Türküm diyene!!!...