Bağlanmamak lazım, hiçbir kimseye ve de pek çok şeye…

Bir zaman, bir süre, bir saat var; o saat gelince herkes gidiyor çünkü…

Bağlanmamak lazım hiç kimseye ve de hiçbir şeye…

Ama sevdiklerin yanındayken de; onların değerlerini bilmek lazım,

Gün gelecek, herkes göçüp gidecek o malum yere.

Ben de, sen de, o da, onlar da, herkes; herkes göçüp gidecek…

Bağlanmamak lazım hiç bir şeye ve de hiçbir kimseye…

… …

Ve gereksiz kalp kırmamak lazım,

Ömür denen şey, öyle kısa bir an ki: göz açıp kapayana geliveriyor o süre.

Ne yaşadın, ne gördün, ne eyledin; ayırdına bile varamıyor insan..

Güvenmemek lazım, hiçbir şeye ve de pek çok şeye…

Gün gün, dakika dakika yaklaşıyor çünkü o süre…

Hazırlıklı olmalısın her şeye ve bağlanmayacaksın hiçbir şeye ve de hiçbir kimseye…

Hele de şu; onunla, bununla kavga ederek geçirdiğin zaman(lar) var ya;

Çok yazık o anlara ve de o günlere…

Bilesin ki pişmanlığını bildirecek, özür dileyecek günü, saati bile bulamayacaksın önünde…

Bir daha hiç ama hiç görmeyeceksin; O’nu da, o günü de…

* * *

Baş tacı etme parayı, malı mülkü;

Üstlendiğin görevleri çıkarın için kullanma, harama uçkur çözme, rüşvet yeme.

Hakkın olmayan paraya, pula tenezzül etme.

Kul hakkı yeme.

Çünkü işgal ettiğin o makamdan kalktığın an; onurun ve hatırın, edindiğin o malvarlığınla ölçülmeyecek.

Onurunla, namusunla göç git bu dünyadan; ardından “hırsızdı, rüşvetçiydi” dedirtme…

Bak Rahmetli Bülent Ecevit’e;

Başbakanlık koltuğunda otururken; ödeyecek para bulamamıştı, eşinin sipariş ettiği peynire…

Öldüğünde, para çıkmadı cebinden ama onur çıktı, namus çıktı, adamlık çıktı, ahlak çıktı, dürüstlük çıktı cebinden…

* * *

Haaaa… Bu arada, tutumlulukla cimriliği de birbirine karıştırma!

Önceliğin mal mülk edinmek olmasın.

Mal mülk derdine düşüp de yaşamın bahşettiği güzellikleri kaçırma.

Eğer dostların ve sevdiklerin yoksa o para, kimle yenecek?

Bilesin ki yemediğin /yiyemediğin malını; sen gittiğin an, başkaları yiyecek.

… …

Tırnaklarını sıkı sıkı geçirmeli, sımsıkı tutunmalısın yaşama; öyle ya da böyle dertlerin bir şekilde geçip gidecek.

Önemli olan dik durmayı, sağlam basmayı öğrenmen.

Çükü birileri, sana hissettirmeden, seni hep itecek, itekleyecek.

Mutlaka bir şeye, bir şeylere inanman lazım; yoksa ruhunun boşluğunu kim, nasıl doldurabilecek?

İster “Tanrı” de inancının adına, ister felsefe, ister fizik; işte seni kötü anlarında, o inanç ayakta tutabilecek.

* * *

Bir de aşk…

Elin ayağın tutarken; en azından bir kere deli gibi âşık olmalısın.

Yoksa taşıdığın o kalp, sevmeyi nasıl öğrenecek?

Hiç ağlamadıysan bir gidenin ardından, ağlamalısın.

Hem de, hem de katıla katıla ağlamalısın.

Yoksa gözlerin ıslanmayı nereden bilecek?

Dahası, güzel anılar biriktirmelisin,

Yoksa torunların senden ne dinleyecek?

… …

Haa bir de bol bol resim çektirmelisin;

Yoksa yaşadığın ve yaşattığın o günler nasıl yad edilecek?

Ve…

Ve öyle ya da böyle biraz da acı çekmelisin; yoksa sen, düşkünün hâlini nereden bileceksin?

Sonra?

Sonra, şöyle okkalı da bir tokat yemelisin hayattan; yoksa “bilmen gereken haddi” nerden, nasıl bileceksin?

… …

Dahası, bu Dünya’nın, yalnız senin olmadığını, başkalarının da yaşam hakkının olduğunu bilecek ve kabul edeceksin.

Bitki, hayvan, hava, su, doğa, deniz, ırmak, toprak, çevre vb…. Bunların tümünü sevecek, koruyacak ve kucaklayacaksın.

Gün gelecek, onlar sana soluk, onlar sana can verecek.

… …

Ve…

Ve şu kalbine sevmeyi öğretmelisin.

Bitti mi?

Hayır!

Sevilmek için de çaba göstermelisin.

Bu çabaları gösteremezsen eğer, bilesin ki; bu yaşam, bu evren, senin üstüne koca bir çarpı çekecek..

… …

Benden söylemesi…