Münevver Öğretmen’in, okulda, ikinci yılıydı ve okul yönetimi ona, o yıl, beşinci sınıf öğretmenliğini vermişti.

Münevver Öğretmen, sınıfa girdi, yeni öğrencilerini tek tek süzdü.

Çoğu öğretmen gibi öğrencilerine, “ayrım yapmaksızın onları aynı derecede sevdiği…” yalanını söyledi.

Ancak bu olanaksızdı. Çünkü ön sırada oturan Mustafa Yılmaz adlı öğrenci, daha ilk günden, ona meydan okurcasına bir yana kaykılmış oturuyordu. Böyle öğrencilerden hiç hoşlanmazdı.

Ayrıca bu öğrenciyi, bir yıldır izliyordu. Mustafa Yılmaz, diğer çocuklarla oynamıyor, onlara uzak duruyordu.

Üstelik elbiseleri de her zaman kirliydi. Ayrıca bu çocukta bir sevimsizlik, bir iticilik vardı. Hiç gülmüyordu ve hep asık suratlıydı.

Günler geçiyor, ancak Mustafa Yılmaz’ın nobran, itici görüntüsü hiç değişmiyordu.

Münevver Öğretmen, onun kâğıtlarının üzerini kırmızı kalemle çarpılamaktan ya da üzerine “?” imi koymaktan zevk alır oldu.

*    *    *

Münevver Öğretmen bir gün, öğrencilerinin geçmiş yıl kayıtları görmek, incelemek istedi. Tüm kayıtları önüne aldı, Mustafa’nın kayıtlarını en sona bıraktı.

Sonra istemeye istemeye, Mustafa için tutulan kayıtları da okumaya başladı.

Mustafa’nın Birinci Sınıf Öğretmenin düştüğü not şöyleydi.

“Mustafa, gülmeye hazır, parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor. Ve de çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli…”

İkinci Sınıf Öğretmeni, Mustafa’yla ilgili olarak şöyle not düşmüştü.

 

“Mustafa, mükemmel bir öğrenci. Sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor. Ama annesinin ölümcül bir hastalığı nedeniyle evdeki yaşamı, sıkıntı ve mücadele içinde geçiyor...”

Üçüncü Sınıf Öğretmenin düştüğü not da şöyleydi.

“Mustafa’nın annesinin ölümü, onun için çok ağır oldu. Mustafa, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor ama babası, ona gereken ilgiyi göstermiyor. Eğer bazı adımlar atılmazsa, evdeki yaşam, Mustafa’yı çok etkileyecek…”

Dördüncü Sınıf Öğretmeni de şöyle not düşmüştü Mustafa için.

“Mustafa, içine kapanık bir çocuk. Arkadaşı yok denecek kadar az. Derslerine ilgi göstermiyor. Bazen derste uyuyor...”

*   *   *

Münevver Öğretmen, donmuş kalmış ama Mustafa’nın durumunu da kavramıştı. Kendi kendine kızdı, söylendi, kendinden utandı.

Öğrencileri ona güzel kurdelelerle, parlak kâğıtlara sarılmış armağanlar getirdiklerinde bile kendini hâlâ çok kötü hissediyordu.

Mustafa’nın armağanını alıncaya kadar da kötü duyumsamaları üzerinden atamadı.

Mustafa’nın armağanı, bir marketten alınmış, kalın, kahverengi bir sargı kâğıdı ile beceriksizce sarılmıştı.

Münevver öğretmen o paketi, diğer armağanların arasında açmaktan acı duydu. Ama kararlı bir biçimde ve özenle de açtı.

Paketten, taşlarından bazıları düşmüş yapay elmas taşlı bir bilezik ve dörtte biri kalmış bir parfüm şişesi çıkınca, diğer öğrenciler gülmeye başladı.

Münevver Öğretmen, bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırınca, çocukların gülmesi birden kesildi. Bileziği özenle koluna taktı ve parfümü bileklerine sürdü.

Mustafa, o gün ders bitiminden sonra Münevver Öğretmene, “Öğretmenim, bugün aynı annem gibi kokuyordunuz…” dedi.

Çocuklar gittikten sonra Münevver Öğretmen, masasına kapaklanıp, uzun süre ağladı.

*   *   *

O günden sonra, ÖĞRETİME ara verdi. Tarihi, coğrafyayı, matematiği bir kenara bırakıp, tüm sınıfta EĞİTİME başladı.

“Sevgiyi” anlattı öğrencilerine… 

Güzel duyguları, arkadaşlığı, dostluğu, eşduyumu (empati), insana ve doğaya saygıyı, toplumsal yaşamı, vefayı, iyi insan olmanın erdemlerini, bölüşmenin paylaşmanın güzelliğini… anlattı.

O gün, Mustafa’ya daha bir yakın durdu, daha bir ilgi gösterdi.

Onunla çalışırken, zihninin (tekrar) canlanmaya başladığını görüyor; onu teşvik ettikçe, daha hızlı karşılık alıyordu.

Yılsonuna kadar Mustafa, sınıftaki en zeki, en çalışkan çocuklardan biri olmuştu.

Tüm çocukları aynı derecede sevdiğini söylemesine karşın; Mustafa, artık onun gözdelerinden bir idi.

*   *   *

Münevver Öğretmen, bir yıl sonra kapısının altında Mustafa’dan bir not buldu.

Mustafa bu notta ona, tüm yaşamı boyunca tanıdığı en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.

Altı yıl sonra Mustafa’dan bir not daha aldı.

Mustafa, liseyi üçüncü olarak bitirdiğini, onun yaşamındaki (hâlâ) en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.

Dört yıl sonra, bu kez bir mektup geldi Mustafa’dan.

Bu dört yıl çok zor geçmişti Mustafa için. Ama başarmış, yüksek bir dereceyle üniversiteyi bitirmişti. Mustafa o mektubunda da, öğretmenini unutamadığını yazıyor, yaşamı boyunca tanıdığı en iyi öğretmenin, Münevver öğretmen olduğunu vurguluyordu.

Aradan yıllar geçti. Münevver Öğretmen yine bir mektup aldı Mustafa’dan. Ancak bu kez Mustafa’nın adı uzamıştı…

“Prof. Dr. Mustafa Yılmaz (Tıp Doktoru)”olarak imzalamıştı mektubu…

Mustafa mektubunda, “…Babasının bir yıl önce vefat ettiğini, evlenme töreninde damadın annesine ayrılan yere oturup, oturmayacağını…” soruyordu.

Münevver Öğretmen, büyük bir coşkuyla anında olurladı bu öneriyi.

Yıllardır özenle sakladığı taşları düşmüş olan bileziği koluna taktı. Dahası, Mustafa’nın annesinin sürdüğü o parfümden sürdü.

Düğün salonunda birbirlerini kucakladılar.

Prof. Dr. Mustafa Yılmaz, Münevver öğretmenin kulağına şöyle fısıldadı.

“Bana inandığınız için teşekkür ederim öğretmenim. Bana, ‘önemli olduğumu’ duyumsattınız…”

Münevver Öğretmen yaşlı gözlerle şöyle karşılık verdi.

“Yanlış eğitilmiş, yanlış yönlendirilmiştim. Seni görüp, tanıyıncaya kadar eğitimin öneminin ayırdında değildim. Öğretmenliği, seninle birlikte öğrendim yavrum…”

*    *    *

Bu öykü,  örüşümağı (internet) kanalıyla ulaştı bana…

Özünü bozmadan, üzerinde biraz kalem oynattım. Öykünün gerçek yazarı, umarım beni bağışlar.

Bu öyküyü, Sevgili öğretmenlerime, “Öğretime değil, eğitime ağırlık verin lütfen …” demek için köşeme taşıdım.

Öğretmek kolay; siz zor olanı yapın sevgili öğretmenlerim.

Çocuklarımızı, öğretmeden önce eğitin lütfen.

Bu toplumun, bu ülkenin (özellikle bu günlerde) buna çok ama çok büyük gereksinimi var.

Her konuda geriye doğru bir gidiş başladı. Cumhuriyetle birlikte kazandığımız tüm kazanımlarımızı tek tek yitiriyoruz.

Bölünmenin, parçalanmanın eşiğindeyiz.

Birliğimiz, dirliğimiz, huzurumuz kalmadı.

İnsanlar, geleceğe korkuyla, endişeyle bakar oldu.

Çocuklarımıza, öncelikle insan sevgisini, yurt sevgisini, doğa sevgisini aşılayın lütfen.

“Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir” öğretisinden devinerek; çocuklarımıza önce “düşünmeyi” öğretin.

Anlatılanları anlayabilmesi için, “dinlemeyi” öğretin önce.

Hoşgörülü, alçakgönüllü, saygılı olmayı,  dürüst olmayı; kısacası, adam gibi adam olmayı öğretin…

Sizler bu toplumun geleceğini biçimlendiren özgörevin (misyon)  insanlarısınız…

Sizler, Atatürk Türkiye’sinin son umudu, son şansısınız.

Lütfen çocuklarımıza sahip çıkın.

Lütfen öğretime değil, eğitime ağırlık verin.

Öğretmenliği yüreğinde yaşayan, bu mesleği içinden gelerek yapan tüm öğretmenlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum.