“Sen neşeden haber ver

Derdi herkes tadıyor.”

Az rastladığımız; duyduğumuzda, gördüğümüzde kahkahalar attığımız olaylar vardır. Fıkra gibi gördüklerimizi önceden dostlarımızla, günümüzde ise hemen internet ortamında herkesle paylaşırız. Fıkralar vardır sadece anlatanlar kahkaha atar. Fıkralar vardır dinleyenler aynı anda kahkaha atar. Bazıları sadece güldürür; bazıları da aynı anda bizleri düşündürür.

Yaşanan olumsuzlukları görüp kahkahayı basarız. Aslında güleriz ağlanacak halimize.

Fıkra diye anlatılanlar saçmalıklar vardır. Baştan sona mantık dışıdır. Argo sözlerle dolu olduğundan meraklıları dinlemekten, başkalarıyla paylaşmaktan mutluluk duyar. Uygun olmayan ortamlarda fısıltıyla anlatılır. Bu fıkraların müşterileri çoktur.

Kuşaktan kuşağa aktarılan Nasrettin Hoca, Bektaşi fıkraları vardır; bir de Karadeniz fıkraları. Her ortamda çekinmeden anlatılanları dinleyebilirsin. Kadın erkek, büyük küçük herkesi kahkahaya boğar. Bazıları yüz yıllar boyunca anlatılmıştır.

Karadeniz yöremizin şivesi, müziği, sözleri horonu, kemençesi çok farklıdır. Kendi aralarındaki hoş sohbetleri bile fıkra tadındadır. Üniversite yıllarında aslen Karadenizli bir arkadaşım bana yaklaşık on dakikalık bir video göndermiş. Karadenizli bir hemşerimiz, Laz fıkraları anlatıyor. O fıkralardan birinde Küçük bir değişiklik yapıp “…. biri” diye anlatmaya kalkan olsa Üçüncü Dünya Savaşında yaşanacak görüntüler ortaya çıkar.

Onlar gibi anlatmam mümkün değil. Beğeneceğizi tahmin ettiğim için o fıkraları sizlerle paylaşmak istedim:

**

Karadenizlinin biri (genelde Temel diye başlar) cami imamına gidip banka kredi kartıyla kurban kesip kesemeyeceğini sorar. Olumlu karşılık alınca kredi kartıyla aldığı kurbanı yine aynı kartla kesmeye kalkar. Onu gören hemşerisi uyarır:

-Ula ağzına ekmek koyduğumun uşağı. Kartın kör tarafıyla kurbanı kesiyorsun.

Biraz sonra bir başkası seslenir:

-Ula kartın şifresini girdin mi?

**

Karadeniz’e giden gemilerde şunlar yazar:

“Can yelekleri tavandadır. Tavan da yukardadır.”

Ayrıca kırmızı renkli ok işaretleriyle tavanın nerede olduğu gösterilir.

**

Temel kahvede arkadaşlarıyla sohbet etmektedir.

-Fadime hastalandı. Doktora götürdüm. Domuz gribi olmuş.

Arkadaşı sorar:

-Hastalığı geçti mi?

- Ula uşağım. Hastalığı geçti, domuzluğu kaldı.

**

Temel hastaneye gider. Üç beş gün evine gelmez. Yakınları hastaneye gider. Temel başlar anlatmaya.

-İshal olmuşum. Hastaneye geldim. Doktorlar beni zorla psikiyatri servisine yatırdılar.

-Hastalığın geçti mi?

-Hastalığım geçmedi. Ancak doktorların önerilerine uyup kafaya takmıyorum. Bırakıyorum gidiyor.

**

Temel, Fadime’yle gizlice buluşurken baskına uğrar. Kızın babası silahla kovalar. Canını zor kurtarır. Arkadaşı Tursun çözüm yolunu anlatır. Temel uzaktan işaretle tepeye gideceğini, silahıyla ateş edeceği yere gelmesini anlatır. Saat on ikiden önce olduğu için Fadime hemen  anlar.

 Ertesi gün silahını ateşler. Çok geçmeden Fadime yanındadır. Ertesi gün bir başka yere gider.  Bir süre bu şekilde devam eder. Günlerden bir gün kahvede bitkin halde oturmaktadır. Arkadaşı gelip halını hatırını sorar.

-Sorma uşağım. Av sezonu açıldı. Fadime yoldan çıktı.

**

Ehliyeti olmadığı halde Temel gidip otomobil satın alır. Aynı zamanda şoförlüğü de yoktur. Bir süre sonra arabanın lastiklerindeki havanın boşaldığını görür. Kara kara düşünürken arkadaşı ona yol gösterir.

Egzoz borusunu gösterip oradan üflerse lastiklerin eski konumuna geleceğini söyler. Saatlerce uğraşır, ancak başarılı olamaz. Onu gören başka arkadaşı uyarır.

-Ula Temel arabanın pencerelerini açık bırakmışsın.

**

Temel, ninesini sırtında taşımaktadır. Cami imamı ne yaptığını sorar. Temel “Nenemi sırtımda taşıyorum. Onun sevabını alıyorum.

İmam, öneride bulunur: “Ula Temel, sen onu kocaya ver. Daha büyük sevabını alırsın.

Temel sinirlenir. “Ula sen Allahtan korkmaz mısın? Bu yaştaki kadın kocaya gider mi?”

Temel’in ninesi artık dayanamaz:

-Ula ağzına ekmek koyduğumun uşağı. Dinin, imanın ne olduğunu şu mübarek nur yüzlü imamdan daha mı iyi bileceksin?

**

Sürç-ü lisan ettiysek af fola.