Kısıtlı olanaklar içinde, yokluklarla, yoksunluklarla büyüdük biz.

Biz derken, istisnalar dışında, bizim kuşağın hemen tüm çocuklarını kastediyorum.

Oyun alanımız sokaktı, oyuncaklarımız taş, toprak, tahta, kemik, çaput top…Elde yapılmış çember, tahta araba, kağnı, düdük gibi oyuncaklar bile, aile büyüklerinin armağanı birer lükstü. Annemizin, oyundan kalmayalım diye elimize verdiği pekmezli, çökelekli dürüm, mükellef bir ziyafet kadar değerliydi.

Ama, kendimizi “yoksun” hissetmezdik ki; kocaman bir sevgiden ibaretti, evimiz, sokağımız. Anneler, kızınca “babana söylerim” diye tehdit etse de, kimi zaman terlik fırlatsa da, çimdik bükse de, insan kılığına girmiş sevgi yumaklarıydı. Babalar biraz asık yüzlü olacaktı doğal olarak, sert olacaktı, fakat yüreklerinin sevgiyle dolu olduğunu, rol icabı kaşlarını çatmak zorunda kaldıklarını bilirdik.

Sokaktaki kadınlar da birer anneydi…Sokağın babaları yine, yüzü gülmeyen, ama yufka yürekli, sevecen insanlardı.

Her şeyimiz eksikti belki, ama sevgimiz tamdı.

*

Gel zaman git zaman, baba olduk.

Canımızdan çok sevdik çocuklarımızı. Hayatımızın en büyük armağanıydı onlar. Değerlerine paha biçilemezdi.

Ama, hayat öyle hızlı akıyordu ki; iş hayatı, sosyal hayat, bizim tarafımızdan düşünülmesi gereken kent sorunları, ülke sorunları, dünya sorunları…

Bir de baktık, çocuklarımızın büyüme sürecini ıskalamışız. En güzel dönemlerine gereği kadar, yeteri kadar tanıklık edememişiz. O süreçleri anneleriyle paylaşmışlar çoğunlukla. Sonra da üniversiteye, kendi yuvalarına uçup gitmişler, kuşlar gibi.

*

Hani, klasik deyiştir:

Çocukları büyütmek, evi yönetmek, aile bütçesinden tasarruf etmek, gerektiğinde ev-araba alınmasına karar vermek “küçük işler”dir. O işlere hanım bakar. Biz büyük işlere bakarız, Amerika-Rus ilişkileri, Türk-Yunan anlaşmazlığı, siyasi çekişmeler, ülkenin nereye doğru sürüklendiği gibi…

Peki, bir santim ileriye götürebilmiş miyiz ülkeyi?

Bir tek bozukluğu düzeltebilmiş miyiz?

Bırakalım Amerika-Rus ilişkilerini, Yunanistan’la ilişkilerde en küçük bir kazanımımız olmuş mu?

*

Şimdi torunlarımız var.

Dersimizi aldık çocuklarımızdan, torunlarımızın büyüme sürecini bari ıskalamadan zamana tanıklık edelim istiyoruz.

İstiyoruz da, bu kez “Torunlarımıza nasıl bir ülke, nasıl bir dünya bırakıyoruz?” sorusu takılıyor aklımızın çengeline.

*

Yeni Türkü’nün o çok sevdiğimiz şarkısının sözleri dolanıyor beynimizin kıvrımlarında:

“Yenik düşüyor her şey zamana

Biz büyüdük ve kirlendi dünya”.

*

Gerçekten, gerçekten…

Biz çocukken bu kadar kirli değildi dünya.

Biz büyüdük ve bir de baktık ki, kirlenmiş dünya…

Çocuklarımız bu kirli dünyadalar…

Torunlarımız bu kirli dünyadalar…

Daha da beteri, avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor bu kirli dünya bile.

*

Elbette bizim boynumuzun borcu, yüreğimizdeki sevgiyi ve umudu sonsuza kadar muhafaza etmek.

Elbette başta çocukları, sonra tüm insanları çok seveceğiz. Bitkileriyle, hayvanlarıyla, börtü-böceğiyle doğayı…Baştacımız kadınlarımıza pozitif ayrımcılığa elbette devam edeceğiz. 

     Ne var ki, sokakta gördüğüm her çocuk, içimi acıtıyor, yüreğimi cız ettiriyor.

     Bu yavrulara nasıl bir ülke, nasıl bir dünya bırakıyoruz?

     “Ben elimden geleni yaptım” yok!

     Utanmalıyız!