Bir çoğumuzun maskeli halleri vardır.

İçimizden geçenle, yüreğimizden gelenle dilimize dökülenler aynı değildir.

Bazılarımız her zaman böyle gezer, bazılarımız bu işi bazen yapar, bazılarımız belki yapmaz.

Bazılarımız ise dilin kemiği yok misali sadece karşısındakini rencide etmek için yüreğindekini değil bilinç altındakini döker.

Bu durum bizim kültürel kodlarımızda vardır, ona şunu söyleme, buna bunu söyleme, bununla şöyle konuş bununla başka konuş…Eğitim süreçlerimize, aile yaşantılarımızda küçük yaşlarda büyüklerin davranışlarından örnekler yerleşir bilinç altımıza.

Kısacası maskeli hallerimiz vardır hepimizin büyükle konuşurken ayrı, küçükle konuşurken ayrı, topluma konuşurken ayrı, eşimize konuşurken ayrı, astımızla konuşurken ayrı, üstümüzle konuşurken ayrı, komşumuzla ayrı…

Bizim biz olduğumuz durumlar çok azdır. Biz biz olmayı öğrendiğimizde bir çok şey değişecektir.

Sanat terapisi çalışmalarımın bir atölyesinde maskelerle ilgili bir çalışma yapıyorum. Atölyede bulunanlar, sanatsal maskeler yapıyorlar süslüyorlar. İşin güzel tarafı kimsenin maskesi kimseninkine benzemiyor.

Daha sonra bu güzel maskeleri takıyor, hayatımızda takındığımız maskeli hallerimizden söz ediyor, konuşuyoruz, atölyeye katılanlardan bir süre sonra maskelerini indirip içlerinden geldiği gibi konuşmalarını istiyorum ve farkında olarak veya olmayarak ne kadar çok maske taktığımızı biraz olsun anlamaya çalışıyoruz. Yani bir farkındalık çalışması.

Bunu çok kez yaptım ve hemen hemen benzer sonuçlar aldım, ancak yurtdışında böyle bir çalışma yaptığımda çok farklı sonuçlarla karşılaştım, çünkü onların maskeli halleri yok denecek kadar az.

Ve böyle bir uygulamada şaşırdılar, çoğunlukla kendileri gibi yaşadıkları için, bunu bir oyun olarak algıladılar, böyle durumların ancak tiyatroda olabileceğini söylediler.

Kültürel kodlarında böyle bir yaşantı, böyle bir durum yok gibi. Herkes herkesle içinden geldiği gibi, yüreğinden geçtiği gibi konuşabiliyor, kırılma yok, dökülme yok, üzülme yok, duygusal çöküş yok.

Acaba’lar, niçin’ler, dedikodular, öfkelenmeler yok. Anlam çıkarmalar hiç yok, sadece ‘tamam o senin düşüncen, saygı duyuyorum’ var. Böyle bir yaşamın, kolay, rahat, mutlu, nasıl bir yaşam olduğunu hayal etmek bile zor.

Düşünüyor insan, biz ne zor yaşıyoruz, beynimizi, yüreğimizi, duygularımızı nasıl yoruyoruz, nasıl yüklerle geziyoruz, nasıl kasıyoruz kendimizi, fiziksel olarak ne çok yıpranıyor bedenimiz.

 Gerçek benliğimizi nasıl bulacağız gerçek biz olarak nasıl davranacağız, ne zaman davranacağız.

 Bunun yanlış olduğunu bildiğimiz halde, kendimiz dahil, tüm bizim dışımızdakiler tarafından tanımlanan tavırlarımız mı bizim yaşantımızı belirleyecek?

 Gerçek  biz ne zaman, nasıl olacağız, çocuk yaşlarda başlayan ‘aman aman’ uyarılarına itiraz ederek mi? Yoksa ergen yaşlardaki isyanlarımızı devam ettirerek,  hiç kimsenin bizi anlayamamasıyla mı?

Bunların hepsinden kurtulup salt bir benlik elde etmemiz mümkün. Önemli olan farkına varabilmek, önemli olan bir davranıştan başlayabilmek.

 Değişmez dediğimiz bir çok şey değişiyor. En büyük değişim değişime inanmaktır. Bakın o zaman neler oluyor.

ANKARA