Külyutmaz demek oyuna gelmemek, aldanmamak anlamına gelir yeğenim. Ben de bir iki kez oyuna geldim, ama gözüm çabuk açıldı. Kolay kolay oyuna gelmediğim, olur olmaz şeye inanmadığım için arkadaşlarım bana “Külyutmaz Şakir” sıfatını takmışlar. Başınızı ağrıtmazsam yaşadığımız bir olayı anlatayım size.”

“Anlat Şakir Abi,” dediler.

“Bundan birkaç yıl evvel, yani belediyeye girmeden önceydi. Madam’ın Han’da kalıyorum o zamanlar. Karaoğlan’ın Mehmet’le çalıştığımız bir yapının kalıp çakma işini bitirmiş, paramızı almıştık. Ertesi sabah yeni bir iş arayışı için, işçi pazarına çıktık. Çok sürmeden patron kılıklı adamlar gelerek: iş için bekleyen işçileri birer ikişer, üçer beşer alıp götürdüler

Biz bekliyoruz. Derken, 30-35 yaşlarında hafif göbekli irice birisi daha geldi. “Adam lazım bana!..” der demez Mehmet dahil birkaç kişi sardık adamın çevresini. Adama on işçi gerekliymiş. Manavdan karpuz seçer gibi; “sen, sen, sen!” diye Mehmet’le ben de içlerinde olmak üzere on kişi seçti. Diğer sekiz kişinin hepsi de Madamın Han’da kalanlardan… İsmen bilmesem bile göz tanışıklığımız var onlarla. Ama onlar beni ismen tanıyorlar.

Ardından şöyle sürdürdü adam:

“Bende iş gani… Sizlerle anlaşır, işinizden memnun olursam sürekli bizde çalışırsınız. Bir inşaat işine başlıyoruz,” dedikten sonra; “Gelin,” dedi. Yürüdük peşinden. Az ötede kamyoneti varmış. Oraya varınca:

“Bize öncelikle kum gerekli… Sizi kent dışında bir dereye, yani bir sel yatağına götüreceğim. Kamyonetin kasasında 10 tane kürek var. Akşama kadar orada kum depolayacaksınız,” dedi.

“Peki,” dedik.

Alacağımız günlük parasını da belirledik.

Sonra:

“Haydi, binin!” dedi.

On kişi salkım saçak bindik kamyonetin kasasına.

Adam kamyoneti çalıştırdı, yola çıktık.

Menemen yönüne doğru gittik. Sonra, uçsuz bucaksız bozkırın ortasında yoldan ayrılarak bir toprak yola düştük. Kuzeydoğuda yüksek tepelerin göründüğü yöne doğru iki, iki buçuk kilometre daha gittik. Bizi bir sel yatağı dereye indirdi.

“Bu öğle yemeğiniz,” diyerek; her birimizin eline gazete kağıdına sarılı birer ekmek, birer de “Uludağ” gazozu tutuşturdu. Bir de gazoz kapağı açacağı bıraktı. Ekmeğin içine biraz peynir, dilimlenmiş domates koymuştu.

Adam:

“Bu deredeki kumları küreleyip öbekler halinde hazırlayın. Ne kadar çok kum hazırlarsanız bu sizin çıkarınızadır. Bu emeğinizi karşılıksız bırakmayacağım. Göreyim sizi. Alacağınız parayı helal ettirmelisiniz. Allah size kolaylık versin. Ben şimdi gidiyorum. Akşam saat beşte gelir sizi alırım.” dedi.

Külyutmaz Şakir bir sigara çıkarıp yaktı. Bir iki soluk çekip dumanını üfledi.

Herkes pürdikkat kesilmiş onu dinliyordu. Çevredeki masalarda oturanlar da seslerini kesmiş, onlar da kulaklarını Şakir’den yana çevirmişlerdi.

Yengeç Ali, garsona işaret edip çayları yenilemesini söylerken; Necati de;

“Eee, Şakir Abi?” diye herkes gibi merakla olayın süreğini anlatmasını bekliyordu.

Külyutmaz Şakir, gülerek kaldığı yerden anlatımını sürdürdü:

“Bizler o gün akşama kadar o deredeki kumları büyük bir çabayla onlarca öbek yaptık. Ben deyim iki kamyonluk, siz deyin üç kamyonluk kum hazırladık.

Saat beş oldu. Adamın gelmesini belemeye; gelip de kum öbeklerini görünce çok memnun olacağını ve günlük paralarımızı fazlasıyla tıkır tıkır elimize sayacağını düşlüyoruz. Hatta bunu açıkça kendi aramızda dillendiriyor; yorulduysak da, “iyi iş başardık” diyoruz. Acıkmak neyse de su olmadığı için çok susamıştık. Bekliyoruz, gelen giden yok.

(SÜRECEK)