Türkiye, siyasal tarihinde bugüne kadar hiç yaşanmamış ve belki de hiç yaşanmayacak bir kriz ile karşı karşıya. Karşı mahallenin değil, iktidarla aynı mahallenin bir düşünce adamı Sayın Mümtaz’er Türköne’nin Ruşen Çakır’a verdiği değerlendirmelerden olaya bakalım.
Sayın Türköne gerçekten krizin adını çok net koymuş. “Ben gitmem krizi”… Evet şu yüz günü aşkın çektiklerimizin tam da adı budur. Türköne’ye göre, bu kriz sadece bir siyasal direniş değil, aynı zamanda bir “demokrasi krizi, yargı krizi” ve nihayetinde “bir ekonomik çöküş zinciri”dir. Bu tespit yaşadıklarımızın kısa özetidir.
Bu krizin ana dinamiği iktidarın her koşulda ve her bedelde iktidarda kalma isteğidir. Erdoğan’ın “Emri hak vaki olana kadar buradayım” sözünü Türköne, haklı olarak “Ben gitmem” şeklinde özetliyor.
Aslında siyasal İslam iktidara gelmeden önce demokratik kamuoyu olarak çok söyledik ve çok yazdık fakat anlatamadık: “Bunlar seçimle gelirler, fakat seçimle gitmezler”… Dediklerimiz birebir çıkmıyor mu? Çünkü siyasal İslamcılık bir demokrasi kültürünün ürünü değildir.
Bu iktidarın niyetinden öte siyasal stratejisidir: Rakiplerini yok et, yargıyı araç olarak kullan, kamuoyunu baskı altına al, kutuplaştırmayı derinleştir…
Türköne; “İktidar kaybetmek üzere olduğu iktidarı, gücü asasına sımsıkı yapışarak elinde tutmaya çalışıyor.” diyor. Türköne, Türkiye’nin “hakim parti modeli”nden “hegemonik parti modeli”ne geçiş sürecinde olduğunu açıkça söylüyor.
Bu modelde: Seçim var anlamı yok. Muhalefet var da yok ve güçsüz. Yargı bağımsız değil. Daha kısa söylersek, “sandık meşruiyeti bitti, iktidar mecburiyeti” geldi.
Türköne iktidarın bam teline basıyor: “Ortada AK Parti yok. Parti teşkilatı yok. Parti grubu yok… Birkaç hakim, birkaç savcı ile dönen bir demokrasi krizi var.”
Yani iktidarın parti ile değil, doğrudan devlet kurumları ve yargı ile ayakta durma isteğine işaret ediyor. CHP olayın bir figüranı olarak kullanılıyor. CHP olayların yaratıcısı değil kullanılan bir nesnesidir.
İktidarın siyasal olarak çöküşünden öte, “Ben gitmem” ısrarı ülkeyi ekonomik olarak da çökertiyor. Türköne, bunu net olarak ifade ediyor: “Bu ‘ben gitmem’ krizinin… ekonomik kriz arasında kurulacak korelasyonla çok net bir şekilde anlaşılacağını düşünüyorum.”
İktidarın siyasi bekası için yaptığı her hamle güvensizlik dalgasını da yükseltiyor.
CHP davası ertelenince; “Birdenbire ekonomi rahatladı. Borsa yükseldi. Dövizde bir miktar düşüş oldu.” derken hukukun işlemesi ile ekonomik göstergelere çarpıcı bir örnek veriyor.
İktidar ekonomiyi kendi haline bırakmış, siyasal baskı araçları ile ömrünü uzatma gayretinde. Ancak bu bir çıkmaz sokaktır. Bu yöntemlerle iktidarını koruyan hiçbir rejim yoktur. Türköne de bu konuda son noktayı koyuyor: “Milleti aç, sefil, yoksul bırakarak… bu ‘ben gitmem’ tezinde ısrar ederek yönetmesi mümkün mü? Ben bunun imkansız olduğunu düşünüyorum.”
Halk ekonomik yoksulluk zincirini kırma derdinde, iktidar ya iktidardan düşersem korkusunda. Krizin derinleşmesine neden olan iki ana etken. “Ben gitmem” krizi mevcut rejimin kırılma noktasıdır. Demokrasi, hukuk, ekonomi, siyaset hepsi bu kırılmanın altında kalıyor.
Krizden kurtuluşun yolu: Yeniden demokratik yapılanma. Bu konuda toplumsal uzlaşı gerekiyor. Zira bu muhalefetin değil “Ben gitmem” diyenlerin yarattığı bir krizdir.