İktisat ve maliye eğitimi gördüm.
Bankacıyım.
Ama yaşamım boyunca, çevremdeki yakın dostlarım, hep mimarlar, inşaat mühendisleri, harita mühendisleri ve öğretmenler olmuştur.
En iyi anlaştığım arkadaşlarım, bu dört grubun bireyleridir.
Toplumun şekillenmesinde, bu dört meslek grubunun önemli işlevi olduğuna inanırım.
Ancak ilginçtir, en çok da bu dört meslek grubunun insanlarıyla dalaşır, onları çok sık eleştirir, onlarla kavga ederim.
Kavga ederim, çünkü bu üç meslek grubunun bireylerinin, topluma şekil verme konusundaki işlevlerini, yeterince yerine getirmediklerini bilir, kızarım.
Hakkım vardır ya da yoktur… ama kızarım.
O nedenle de bu dört meslek grubunun mensuplarıyla çok sık dalaşır, çok sık kavga ederim,
* * *
Biz eğitimsiz, eğitimsiz olduğumuz için de görgüsüz ve bencil bir toplumuz.
Toplu yaşam kültürümüz yok bizim, dolayısıyla kent kültürümüz de yok.
Çünkü ne ailelerimizde ne de okullarımızda, bunun eğitimi verilmiyor.
İnsanlarımızı bu tür konularda eğitmek yerine, yasalarla ve yasa uygulayıcılarıyla insanlarımızı disipline etmeyi yeğliyoruz.
Ülkemizde de yasaların ve yasa uygulayıcılarının, eli kolu, eti budu belli.
İnsanlarımız, yasaların ya da yasa uygulayıcılarının denetiminden kurtulduğu an (ya da kılıfına uydurduğu an); her türlü rezilliğini ve açgözlülüğünü, paçalarından akıta akıta sergilemeye başlıyor.
* * *
Bu safi betondan mamul çarpık kentleri; bu kültürümüzle(!), bu görgümüzle, bu zevk ve bu estetik anlayışımızla, biz yarattık.
Bu kentlerin bu hale gelmesinin altında imzası olan cahil cühela takımını, o koltuklara biz oturttuk.
Kent görgümüz, kentleşme ve kent yönetimi anlayışımız da aldığımız eğitim kadar çünkü.
Onun için kentlerimizin altyapıları yok (ya da ilkel) …
Onun için kentlerimiz, beton tarlalarına döndü…
Onun için kentlerimiz, çarpık çurpuk bir hal aldı…
Onun için trafiğimiz kilitleniyor…
Onun için araçlarımızı park edecek yer bulamıyoruz…
Onun için yeşil alanlarımızı talan ediyoruz…
Onun için çatılarımız, anten mezarlığı görünümünde….
Onun için balkon kültürümüz yok… Onun için balkonları, ardiye olarak, fuzuli eşya deposu olarak kullanıyoruz.
Onun için kaldırımları otopark; denizlerimizi, göllerimizi, akarsularımızı fosseptik olarak kullanıyoruz…
Onun için sofralarımızın tuzunu elde ettiğimiz Tuz Gölüne fosseptiğimiz veriyor, sonra da kurutup, o b.klu tuzu yemeğimize döküyoruz…
Onun için hijyen kültürümüz yok…
Onun için doğa sevgimiz yok…
Onun için balkonlarımıza tırmanan sarmaşıklara tahammülümüz yok. Onun için kurusun diye ağaçların dibine gazyağı döküyoruz…
Onun için belediyelerimizi, usulsüz işlem yapması doğrultusunda yönlendiriyor, baskı altında tutuyoruz.
Onun için mesleğe ve mesleğimize saygımız yok… Onun için meslek onurumuzun çiğnenmesine göz yumuyoruz…
Onun için öğretmenlerimiz hazreti müfredat dışına çıkıp, öğrencilerine toplu yaşam kültürü eğitimini vermiyor ya da veremiyor.
Onun için (mimarlarımız) “ben alacağım paraya bakar, alacağım para kadar iş üretirim” diyor… Onun için insanlarımızı yanlış yönlendiriyor. (Ya da doğru yönlendirme görevini yapmıyor) …
Onun için fotokopi makinelerinden çıkmış gibi hepsi birbirinin aynı, hepsi birbirinden zevksiz, hepsi birbirinden sevimsiz tek tip tasarımlar üretiliyor…
Onun için zevkini ve bilgi birikimini tasarımlarına yansıtmıyor ya da yansıtamıyor…
Onun için Koca Mimar Sinan’ın torunları olmaya layık olamıyorlar...
Onun için böyle çarpık ve sakil kentlerde yaşıyor ve yaşamak zorunda bırakılıyoruz.…
Onun için birileri, “mimar böyle yaparsa, cemaat da böyle yapar” diyor ve…
Ve işte sonuç.
Toplu yaşam kültüründen yoksun bencil bir halk.
Elinde ne varsa sorumsuzca sağa sola atarak çevre kirliliği yaratan bir kuşak.
Hemen her konuda kişisel bencillik ve görgüsüzlüklerin egemen olduğu bir ortam…
Kokudan ve pislikten içlerine girilemeyen binalar ve iş hanları…
Estetikten yoksun zevksiz ve sevimsiz yapılar…
Talan edilen yeşil alanlar.
Hiçbiri birbirini karşılamayan yılan kavisli hepsi birbirinden berbat daracık duracık yollar…
Beton tarlasına çevrilmiş kentler…
Ve dahası…