Ülkemizin ve Cumhuriyetimizin Kurucusu, Ulu Önder Büyük Atatürk Çankaya’daki akşam yemeği sonrası söyleşilerinin birinde: “İsmet, kalkınma köyden başlar, öncelikle Anadolu’muzun köylüsünü kalkındırmak; kalkınmayı köylerden başlatmak zorundayız…” der.
Ulu Önder böyle der de; ne olur ya da ne değişir?
Hiçbir şey!
Çünkü Ulu Önder’imiz, bu görüşünü yürürlüğe koyamadan vefat eder. Köylerimiz de makus talihleriyle baş başa kalır.
* * *
Her fırsatta yazar, her fırsatta dillendiririm.
“Ne Ulusal Kurtuluş Savaşımı’zın Büyük Kahramanı İsmet İnönü, ne de onun ardılları Ulu Önder’imiz Büyük Atatürk’ün yarı kapasitesinde bile ol(a)madıkları için bugün bu durumdayız. Bu ülkenin en büyük talihsizliği Ulu Önder’imizin erken ölümü ve O’nun ardılı İsmet İnönü’nün, zamanlama hatası yaparak, toplumun eğitim düzeyini düşünmeden son derece yanlış bir kararla, çok partili sisteme geçmesidir.”
… …
Ulu Önder’imizin (istisnasız) tüm ardılları, sorunları çözmek bir yana, ne yazık ki sorunları daha da artırmışlardır.
Oysa çözüm, Atatürk’ün izlediği yolu izlemektedir.
O’nun söylediği her sözün, her söylemin altında çözüm de vardır, çözüm için uygulanması gereken yöntemler de vardır.
Yeter ki anlamak istensin…
Düşünebiliyor musunuz; Atatürk hayatta ve görevde olduğu süre içine hem Osmanlı'nın tüm borçlarını ödemiş hem de 1938 yılına dek hiç borç almadan 48 fabrika kurmuş bir liderdir.
Çünkü onun kadar bu coğrafya insanını ve de ülke komşularını günahıyla, sevabıyla tanıyan bir başka liderimiz olmamıştır.
Zordur bu coğrafyada görev yapmak; hele de üst düzeyde görev yapmak.
Çünkü saplantıları vardır bu coğrafya insanının.
İşte bu saplantılar, bu coğrafyanın insanını yönetmeyi zorlaştırır.
O nedenle kolay değildir bu coğrafyanın insanını eğitmek.
Bu coğrafya insanını yönetmek için Atatürk gibi düşünmek gerekir.
Atatürk gibi düşünmeyi öğrenebilseydik eğer ya da en azından O’nun ardılları; Atatürk gibi düşünmeyi öğrenebilseler, bu ülkeyi Atatürk gibi yönetselerdi eğer, bugün bu durumda olmazdık.
* * *
Şöyle bir düşünün.
Her köyde bir imam bulunduracağımıza, bir ziraat mühendisi, bir veteriner hekim, bir öğretmen bulundursak öncelikle köylerimiz sonra ülkemiz çağ atlardı, çağ…
Bir zamanlar Anadolu'muzun dört bir yanında inşa edilen fabrika ve entegre tesisler; köylerde yetişen ürünlerle çarklarını çevirirdi.
Şeker fabrikalarımızda, Et Balık Kurumu işletmelerimizde ve daha nicelerinde: hep köylerimiz ve köylülerimizin alın teri ve emekleri var (dı).
Devlet, bu emeklerin ürettiği ürünleri satın alır, fabrika ve entegre tesislerinde işleyerek iç ve dış pazara sunardı.
Kayseri şekeri, Beykoz Kundurası, Sümer basması gibi markalarımız vardı.
Yıllarca bu üretim halkasıyla ilgili bilgileri gururla okuduk.
Bu zincirle ulusal duygularımızı şahlandırıp, sahiplendik, “yerli malı, yurdun malı” diye türküler yakardık.
Ya şimdi?
Şimdi ne yapıyoruz?
??!!...
Köylerimizin boşalmasını, kentlerimiz çevresinde gecekondular yapmalarını izliyoruz.
Türkiye nüfusu 85 milyon 400 bin oldu
18 bin 211 köyümüz var.
Büyük çoğunluğu hiçbir şey üretmez / üretemez durumda
Ne durumda bu köylerimiz bilenimiz ya da ilgilenenimiz var mı?
Hiç düşünenimiz var mı?
Ne yiyor, ne içiyor bunlar haberiniz var mı?
Bu insanları kim, ne amaçla doyuruyor bilginiz var mı?
??!!...
Neyse…
Burada keselim bu yazımızı da gene papaz olmayalım gazetelerimin yazı işleri müdürleriyle…