Asgari ücretin beklentilerimizi karşılamadığını hepimiz biliyoruz. Emekçiler birkaç gün açlık sınırında ekmek alacak, hemen ardından yine açlık sınırı altında yaşamaya dönecek. Tablonun değişeceğine inanmak akla yatkın değil. Belki iki ay daha idare edecek dememe kalmadı zam yağmuru başladı. Bu enflasyon ortamında asgari ücret 17.002 TL olsa neye yarar, 170.002 olsa neye yarar? Üretmeyen bir ülke çok sürmez bağımsızlığını da yitirir.

“İnce ince bir kar yağar

Fakirlerin düzüne

Neden felek inanmıyor

Fukaranın sözüne

Öldük öldük biz açlıktan

etme ağam nolur”(Mahzuni)

Emeğin sermaye elinde ufalandığı, ülkede üretim yapan fabrikaların satılıp iğneden ipliğe, en gelişmiş motorlu araçtan samana dek her şeyin dışalımla sağlandığı bir ortamın sürdürülme olasılığı yok! Kendimiz üretip iç piyasaya sunmazsak, sürekli elden alıp tüketirsek bunun sonu nereye varır? Atalarımız “Hazıra dağ dayanmaz.” demişler. Dağ eridi, bırakın dağı, tepe bile kalmadı. Bu ülkenin “kefen parası”na ne oldu? 128 milyarın nereye gittiğini soramaz olduk. Kimin eli kimin kasasında, belli değil.

İşbirlikçi-tekelci sermaye emek sınıfını inim inim inletirken, sınıfının ‘bekasını’ koruyup kollayan iktidar da “Ne bu hal, neler oluyor?” diye sorgulayanı içeri tıkmakta buluyor çareyi. Gazeteciler, aydınlar, siyasiler, haksızlıklara dur demeye çalışan aydınlar demir parmaklıklar arkasında alıyor soluğu. Bu yaşanan yakıcı sorunlara koşut olarak türeme zenginlerin 4x4 ciplerde dolaşması, kokain-esrar çekme görüntüleri, rüküşlük, sonradan görmelik boy boy diziliyor medya sahnesine.

Yerel seçimlerin yapılacağı 31 Mart 2024’ten sonra dengelerin tamamen dağılacağını, yaşamın daha da çekilmez yüke dönüşeceğini öngörüyor ekonomistler.

Ülke uyuşturucu trafiğinin ana üssü haline getirilmiş, en tehlikeli uyuşturucuların okul önlerinde leblebi gibi satıldığını okuyoruz basından. Hemen her gün bir suç çetesi operasyonu izliyoruz TV’lerde, Hollywood filmi izler gibi.

Ülkede bir cinayetin, iş kazasının, trafikte can kaybının olmadığı gün geçmiyor.

Bütün bunların üstüne okullarımıza çöken tufeylilerin çocuklarımız üstünde yarattığı korku…  Eğitimi dinselleştirme girişimleri… Bilimin arka plana atılıp hurafenin baş tacı edilmesi…

Yargı en üst kurumuna bayrak açmış, aldığı kararları uygulamıyor, siyasi erk nedenini sormadığı gibi destekler tavır takınıyor.

  Deprem yaralarına merhem bulamayan günlerden geçtik, insanlarımız başını sokacak çadır sıkıntısında, çadır bulan su sıkıntısında, ekmek aş sıkıntısında…

  Toplumun keskin bir bölünmeyle ayrıştırılması… Örnek mi? Voleybolcu cumhuriyet kızlarımızın başarısını şort giydikleri gibi etik dışı yorumlarla değersizleştirme açıklamaları… Orduda Atatürk fotoğrafını benimsememe tavırları…

Sınırımızdan gelen acı haberler…

Ülkemin can alıcı sorunlarına bir çözüm üreten, geleceğinden endişe duymayan gençlik yetiştirmek isteyen bir kurum gösteremiyoruz. Kabakçı Mustafalar cumhuriyete kazan kandırmış, tamtam çalıyor.  

Çevremize göz atacak olursak;

Filistin’de yeni-Nazi Netanyahu soykırımı…

Ukrayna’da Nazi Zelensky dalgası…

     Tüm dünyayı saran toplum karşıtı hareketler…

“Dünya kainat'tan kopup gelirken

Adem miyim hayvan mıyım? Ben neyim?

Adem ile Havva vücut bulurken

Cennet miyim? Şeytan mıyım? Ben neyim?” (Mahzuni)

2024’te nefes almamızı zorluyor. Ülkem ve tüm dünya vahşi kapitalizmin bunalımında çırpınıyor. Arjantin’den Afganistan’a, Avrupa’nın sözde gelişmiş ülkelerine kadar ırkçılık, göçmen karşıtlığı, insan haklarını rafa kaldırma yasaları, Filistin soykırımı geniş kitleleri ırkçı-yobaz saldırganlığın piyonlarına dönüştürmüş…

“Daha anamdan doğmadan

Neden ben ihtiyar oldum

Yedi yaşıma değmeden

İhtiyar oldum, ihtiyar oldum” (Mahzuni)

Toplum açlık ve korkuyla sınanıp biat etmesi bekleniyor.

Ne diyelim?

2024 ola hayrola!

Sami Aydogan