Atatürk’ün ölümünden bu yana, çok kötü yöneticiler tarafından, çok kötü yönetildik.
İçinde bulunduğumuz bugünlerde de; çok daha kötü yöneticiler tarafından, çok çok daha kötü yönetiliyoruz…
Ülkede her şey çatırdıyor...
Laiklik çatırdıyor.
Demokrasi çatırdıyor.
Hukuk çatırdıyor.
Adalet çatırdıyor.
Güven çatırdıyor.
Belediyecilik anlayışı çatırdıyor.
Ülke bütünlüğü çatırdıyor.
En önemlisi de ulus devlet yapımız çatırdıyor.
* * *
Bu toplumun, bu ülkenin, bu coğrafyanın bu hale gelmesinde hepimizin vebali var.
Hiçbirimiz masum değiliz kısacası.
Eğitim düzeyi ortalaması, “3,5 eğitim yılı” olan bir toplumun bireyleriyiz.
Saplantılarımız, komplekslerimiz var.
Saplantı ve komplekslerimiz, her tür doğrunun, her tür bilimsel gerçeğin önüne geçiyor.
Talihsiz bir coğrafyada yaşıyoruz.
Asırlardır hurafelerle, yalan yanlış bilgilerle yıkanan beyinlerimiz, gerçekleri görmemizi engelliyor.
Liderlerimiz, şeyhlerimiz, şıhlarımız, ağalarımız, aşiret reislerimiz, hoca efendilerimiz var. Onlar tarafından kullanılmak, onlar tarafından koyun gibi güdülmek hoşumuza gidiyor.
Onlarsız yapamıyoruz. Bir an için onlarsız kalsak, yana yakıla kendimizi güttürecek, yularımızı eline verecek yeni birilerini arıyoruz.
“Birilerinin bir yerinin(!) kılı olmayı” haz ediyoruz kısacası!
* * *
Konu feodal ilişkiler, Siyasal İslam ve hurafeler olunca; zır cahilimizle, anlı şanlı diplomalılarımız arasında hiç fark kalmıyor. Hep birlikte tümden zır cahil bir tablo sergiliyoruz
Hepimizin, kendimize göre bir demokrasi anlayışı var. Çıkarlarımız sınırları çerçevesinde demokratız.
Hepimizin bir adalet ve hukuk anlayışı var. Çıkarlarımız doğrultusunda işlemeyen hukuk, “tu kaka” bizim için.
* * *
Bu çağda (hâlâ) ulemaları(!), sözde siyasetçileri, hoca efendileri yeğliyoruz…
Bilime saygımız yok. Bilim insanlarının çalışmalarına saygımız yok.
Çünkü bilim insanlarının söylemleri bizi rahatsız ediyor. Çünkü bilim insanları, yanlışlarımızı yüzümüze yüzümüze vuruyor…
Sallıyor, sarsıyor, silkeliyor bizi…
* * *
Okumuyor, araştırmıyoruz.
Okuyup, araştıranlarımız da doğru bilgiye ulaşmak için değil, kendi inancına dayanak yapmak için arayışlar içersine giriyor.
“Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olma” hastalığımızı yenemiyoruz.
“Orda bir köy var uzakta; gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür…” türküleriyle büyütüldük. O nedenle, oturduğumuz yerden ahkâm kesmeyi, çok seviyoruz.
Gitmesek de görmesek de gidip görenden, bilenden, o ortamı yaşayandan çok daha fazla ahkâm kesiyoruz.
Oysa efsane vali, Rahmetli Recep Yazıcıoğlu ne diyordu?
“Gitmediğimiz yer bizim değildir…”
* * *
Her ne kadar şu ana kadar anlatmaya çalıştığım hastalıklarımız, çatırdayan tüm değerlerimizin temel nedenleriyse de; ben bu uzun girişi, sözü Kürt sorununa getirmek için yaptım.
Bugün Kürt sorunu varsa, bunun vebali başta yöneticilerimiz(!) olmak üzere, hepimizindir.
Ve bu sorun, Atatürk’ün ölümünden bu yana, “devleti yöneten tüm yöneticilerin yargılanmasını gerektirecek kadar” önemli bir konudur.
* * *
Maksatlı Batı, hepimizi kullana kullana, ülkemizi bu hale getirdi.
Hâlâ da kullanıyor seni, beni, onu, hepimizi…
Biz de kullanılmamıza (hâlâ) göz yumuyoruz.
Artık ayırdına varalım ve kabul edelim ki; (özellikle 1950’den sonra) ney’liyorsak, Amerika öyle dediği, öyle istediği için eyliyoruz.
Açılımı da saçılımı da, Amerika istediği için yapıyor; her bir haltı, Amerika istediği için yiyoruz.
“Açılım projesi(!)” Amerikan projesiydi.
Suriye politikamız da(!) Amerikan projesi
Suriye’yle, Irak’la ve hatta İran’la birlik olup; ortak sorunumuz Kürt sorunu birlikte çözeceğimize, Suriye ve Irak’la kapışıp; güney sınırımızda geleceğin Kürt Devletinin kurulmasına katkıda bulunduk, bulunmaya da devam ediyoruz.
Bu politika(!) ülkemize ve bu coğrafyaya huzur getirecek bir politika değildir.
Ayakları yere basmayan bu politikada(!) ısrar (söylemeye dilim, yazmaya elim varmıyor ama) bize Yugoslavya’nın akıbetini yaşatacak politikadır!
Bu yanlıştan bir an önce dönmeliyiz.
Evet… Doğru, geç kaldık… Şapla şekeri birbirine karıştırdık ama yine de bu sorunu çözeceksek; gerçeklerden ödün vermeden, kendi bilim insanlarımızla, tarihsel ve sosyal gerçekler ışığında çözmek zorundayız.
* * *
“Olan oldu artık… Tarihi gerçekler ne olursa olsun, birileri Kürtleri, ‘kendilerinin özgün bir ulus olduklarına’ inandırdı. Bazı duygular, bazı inançlar, Kürtlerde kemikleşti.
Artık bu saatten sonra, aksi görüşler, azgın Kürt milliyetçilerini daha çok azdırır…” saplantısından ve vehminden bir an önce kurtulmamız gerekir.
Türk Tarih Kurumu’nun bir önceki dönem başkanı ve Bağımsız Milletvekili Prof. Dr.Yusuf Halaçoğlu, yıllarca, “Gelin bir Kürt Enstitüsü kuralım… Kürt kardeşlerimizi, Maksatlı Batı’nın maksatlı yönlendirmelerinden kurtaralım…” dedi, durdu. Adamcağızı dinlemedik.
Şimdi temeli olmayan projeler üretmeye kalkıyoruz.
Nedir bu Kürt açılımı projesinin temeli, ne menem şeydir; önce o konuda anlaşalım.
Bu açılımı savunanlar, önce dillerinin altındaki baklayı bi çıkarsınlar hele.
Adamlar; “Kendilerinin, bir ‘ULUS OLARAK’ olarak tanınmalarını; kendi dillerinde eğitim yapmalarını, meclislerinin, yerel yönetimlerinin ayrı olmasını; kendi güvenliklerini, kendilerinin sağlamasını; ayrı dinsel örgütlenmeyi ve hatta ayrı sportif liglerinin olmasını…” istiyorlar…
Siz ne diyorsunuz bunlara?
Eğer doğruysa (açılım politikanızla, ülkenin başını onulmaz dertlere soktuğunuz yetmiyormuş gibi) bölgelere ve illere özel anayasalar hazırlandığı bilgileri uçuşmaya başladı.
Ne yaptığınızın ayırdında mısınız siz?