Gezmek insanın ufkunu, ruhunu, bakış açısını değiştirir. Bir küçük çiçek, bir sevdalı bulut, aniden ortaya çıkan bir güneş, tarihin tozlu sayfalarından küçük bir yazıt veya kocaman bir antik şehir, denk geldiğimiz bir düğün, farklı bir gelenek, bir kilim motifi veya ışıl ışıl Avrupa şehirleri ve Noel kutlamaları…

Batının geleneksel yaklaşımına bir kez daha tanıklık ediyorum. Onlar için Noel bayramları o kadar önemli ki, büyüklerle birlikte olmak, kocaman sofralarda neşeli akşam yemeğini yemek ,birbirlerine hediye almak, küçük küçük ışıl ışıl evler, balkonlar, pencereler, sevimli mahalle dükkanları, süslenen çamlar, çiçekler, çiçek buketleri.. Arkasından tatilleri var oysa, bunu fırsat bilip tatillere gidebilirler, ama hayır, yapmıyorlar.

Hiç biri bunu tatil olarak algılamıyor, tam tersi, aile büyüklerini görmek, onların gönlünü almak onlar için çok önemli, çok farklı ritüelleri var.

Çocukların bu geleneği öğrenmeleri gerektiğine yürekten inanıyorlar. Sohbetlerimiz sırasında tersi bir şey düşünemiyorlar, geleneklerinin yüzyıllardır değişmediğini ve bundan çok mutlu olduklarını anlatıyorlar.

Bizim çocukluklarımızdaki bayramlar geldi aklıma; çok güzeldi, çok anlamlıydı. Bayramlar bir tatil fırsatı olarak algılanmazdı, kimse bir yere gitmez, aile büyükleri küçükler gelecek diye hazırlıklar yapar, şeker, mendil, para hazırlar, özel yemekler yapılırdı.

Her şey orijinal, organik, özgün, özentisiz, herkes nur yüzlü, güzel güler yüzlü…Giysiler dönem giysileri şahane, bir de hafızalarımın derinliklerinde kalan kırmızı rugan pabuçlar.

Masal gibi anlattıklarım, ne oldu, nereye gitti bu güzellikler diye düşünmeden edemiyor insan. Keşke dünya mirasına bu gelenekler de ilave edilse…Korunsa, kollansa, kollansa geliştirilse, belki gelecek kuşaklara saklanır, bilemiyorum.

Farklı tatlar, farklı lezzetlerle tanışmak gezip görmenin en keyifli yanlarından birisi. Küçük bir yöreden büyük kentlere kadar her tarafta, yörede, ülkede ayrı bir lezzet, ayrı bir tat. İster Sivrihisar’da tereyağlı ballı gözleme yiyin veya Bergama’da çığırtma, Edremit’te karanfilli ekmek, Kayseri’de yağlama, Manisa’da Manisa kebabı veya Denizli Kale’de tahinli pide, Alman köyünde şirin bir kahvaltı, veya Uzakdoğu lokantasında uzak doğu yemekleri, İtalya’da pizza..

Hepsinin ortak bir yanı var; lezzetlerinin sırrı ortak. Ellerindeki malzemeyi değerlendririrken, birçok farklı tadı aynı yemek içerisinde kullanıyorlar, ancak bu tatlardan hemen hemen hiç biri öne çıkmıyor, o güzel lezzetlerden hiç birisi ben buradayım demiyor, en lezzetlisi bile diğerlerinin tadını bastırmıyor. Saygı duyuyorlar birbirlerine sanki. Şef onlardan, lezzetlerine göre kimin biraz önce çıkacağını, kimin çıkmayacağını söylüyor sanki.

Uyumlu bir senfoniden çıkan, ruhumuzu yıkayan güzel tınılar gibi…Her müzik aletinden çıkan farkı tınılar doğru yerde, doğru zamanda kullanılarak yaratılan dev senfoniler de öyle değil mi?

Demek ki işin sırrı takım oyununda, işin sırrı, güzelliği farklı farklı da olsa tatların yan yana gelince ego, kapris, hırs, öne çıkmak gibi kaygıları yok, diğerini alt edeyim diye bir düşünceleri onun için sinsi planları yok.

Nerde güzellik var, orada farklılıklara saygı, farklılıklarla bir arada daha büyük güzellikler, renkler ve tatların ortaya çıkışı var.

Tabii ki yemeği yapan ustanın işini aşkla yapması, işini sevmesi, yemeklerin size gelene kadar geçen süreçte içine ruhunu ve yüzyılların geleneğini katması.

Ve dünden yarına güzellikleri anlatma çabası..

Yarına anlatabileceğimiz anılar, güzellikler tatlar biriktirmek dileği olsun bu haftaki dileğimiz.