Meclisin açılışında, yani 1 Ekim 2024 günü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti milletvekilleriyle tokalaşması…
27 Şubat 2025 günü Öcalan’ın PKK’ya seslenerek “örgütün silah bırakması ve kendini feshetmesi” çağrısı…
Siyasal ve toplumsal iklimin oluştuğu yeni bir süreç başlatır olmuştu.
Yani Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne kan dökülerek canlılığını koruyan bu konu, artık çözüleceği ve birlikte yaşanan toplumsal bir iklimin oluşacağı sürece girer olmuştu.
Ve de iktidar ve muhalefet cephesinde de genel bir mutabakat, büyük bir umut oluşmuştu.
Ama İmamoğlu operasyonu ile Bahçeli’nin, ideolojik çizgisine rağmen yüklendiği bu misyon, zorlaştırmanın da ötesinde neredeyse imkânsız hale getirilir oldu.
Yani Türk-Kürt kardeşliği projesi kadar dikkat ve itina isteyen, sadece hukuka ve demokrasiye ihtiyaç gösteren bu sorun, yine çözülemez bir sürece kaydırılır oldu.
Oysaki Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk milletine ağır bedeller ödeten bu sorunu, demokrasi ve hukuk sayesinde çözeceğimiz tarihî bir fırsat yakalanmıştı.
Ne yazık ki bugün bu fırsat üzerinde, heba edilir bir görüntü oluştu.
***
Elbette bu görüntülerin yanında başka bir görüntü de oluşuverdi.
Yani ülkemizdeki siyasi fay hatlarının, Türkiye’yi sarsan görüntüleri belirir oldu.
Nitekim 19 Mart 2025 tarihli operasyonun, siyaseti doğrudan etkileyen sonuçlar üretmeye başladığını söyleyebiliriz.
Elbette İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu suçludur ya da suçsuzdur gibi yargıya intikal etmiş bir konuda fikir beyan etmemizin bir anlamı yoktur.
Ama İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve arkasından gözaltına alınmasının, bir anda muhalefeti tek parça halinde kenetlediği görüldü.
Ve de toplumda siyasî tercihlerin ötelenerek, siyasî operasyonlarla mağdur ediliyor olarak gördüğü İmamoğlu gibi siyasal kimliklerle bir yakınlık kurmakta olduğu görüldü.
***
Eğer Türkiye siyasetinin geçmişten bu güne siyasi stratejisine bir bakarsak:
Özellikle ifade edelim ki iktidarıyla, muhalefetiyle siyasetin rutin biçimi, olağanüstü durumlar dışında kimlik ve inanç üzerinden toplumu ayrıştırmak, kutuplaştırmak üzerine kurulu olduğu görülür.
Sanki kutuplaştırma, ülkemiz siyasetinin genel stratejisi olmuştur.
Ve de sanki kutuplaştırma ve ayrıştırma, siyasetin vazgeçilmez gıdası olmuştur.
Elbette seksenlerden önce sağ-sol, doksanlardan sonra da laik-şeriat karşıtlığı üzerinden yaratılan kavgalar, asıl amacının dışına çıkarak siyasetin bu kamplaştırma işini kolaylaştıran bir olgu yaratmıştı.
Ve bu olgu, Türkiye’nin de içinde olduğu bölgeyi kontrol etmeyi amaçlayan küresel güç odaklarının amacıyla da örtüşmüştü.
İmamoğlu’nun önce diplomasını iptal edilmesi, ardından da tutuklanmasıyla devam eden yargı sürecinin, siyasi bir tepkiye dönüşmesi ise yukarıda belirtilen kamplaşmanın ötesine geçerek, toplumda son yıllarda biriken öfkenin daha da görünür olmasına neden oldu.
İktidarın ve muhalefetin ve de yerel yönetimlerin kızmadan, öfkelenmeden bu toplumsal tepkiyi sağlıklı bir gözle okuması gerekir.
Çünkü bu öfkenin arkasında yaşam koşullarının ağırlaşması, siyasal ayrımcılık, yargıya güvenin sarsılması, yargının siyasallaştırıldığı algısı, işsizlik gibi nedenler vardır.
***
Sonuç olarak diyoruz ki, herhalde şu soruları da bir sormak gerekir:
-Meclisin açılışında, yani 1 Ekim 2024 günü Devlet Bahçeli’nin tokalaşmasıyla başlatılan, kalıcı ve barışık bir Türkiye’yi hedefleyen bir süreç başlatılmışken, bu operasyon neden böyle bir zamana denk getirildi?
-Yani çok manidar bir zamanlamayla bu süreç bulandırılmak mı istendi?
-Ya da bu operasyonla birinin önünü kesmek ya da parlatmak mıydı asıl hedef?
Herhalde üzerinde biraz düşünmek ve de biraz sorgulamak gereklidir diyelim…