Kabul!... Ekonomik sıkıntılar, hepimizi canımızdan bezdirdi.

Kabul!... Sosyal çalkantılar, ruh dengemizi alt üst etti.

Kabul!... Gelecek endişesi, insani duygularımızı köreltti.

Kabul!... Hızla kozmopolitleşen kentimiz, hepimizi paranoyak yaptı.

… …

Ancak hiçbir neden, bizim, (diğer insanlara karşı) suratsız, sevimsiz, nobran, nemrut, küstah olmamızın gerekçesi olamaz, olmamalı...

Esenleşmek, gülümsemek, (yakınlık derecesi ne olursa olsun) tanıdık bir insana selam vermek, verilen selamı almak, (cinsiyeti ne olursa olsun) uzatılan eli sıkmak, insan olmanın gereğidir.

Esenleşmek; bir kültürdür, görgüdür, uygarlık göstergesidir, insanca bir davranıştır.

Verilen selamı almamak, esenleşmemek için görmezlikten gelmek, gözlerini kaçırmak, başını başka yöne çevirmek ise; görgüsüzlükten öte terbiyesizliktir…

“Mülki amirler, yerel yöneticiler, adliye mensupları, daire amirleri, kamu çalışanları, askerler, polisler, zabıtalar; bulundukları makam, taşıdıkları sıfat ve üniforma gereği asık suratlı olur, verilen her selamı almaz...” diye bir kural yoktur.

Kaldı ki ciddiyet; “asık suratlı olmak”, “tebessüm etmemek” demek de değildir.

*   *   *

Şimdi durduk yere bunları niye yazdım!?...

??!!...

Son günlerde, ciddiyetle, nobranlığı birbirine karıştıran kentli(!) insan sayısında belirgin bir artış gözlemliyorum.

Eskiden nobranlığın başını, kamu kurumlarında görevli olanlar çekerlerdi.

Şimdi bunlara özel kurumlarda çalışanlardan ve sivil halktan katılanlar oldu.

Hep birlikte tümden suratsız, sevimsiz, nobran olup çıktık.

Hani (bir dönem) televizyonlarda yayımlanan reklamlarda bir şirketin nobran market görevlileri vardı ya... aynen onlara benzedik...

Ciddiyetle, nobranlığı birbirine karıştıran makam sahipleri; “alçak dağları da yüksek dağları da ben yarattım” havalarında, yanından geçerken kendisini esenleyen insanları görmez(!) oldu.

İnsanlarımız; tanıdıklarının yüzüne bön bön bakar, ya da esenleşmemek için kafasını başka yöne çevirir, Allah’ın selamını birbirinden esirger oldu.

Haa esirgiyorlar da ne oluyor?...

Kendileri komik duruma düşüyor.

Arkalarından “... hay seni o makama oturtana” deniyor; bilmiyor mu sanki o muhterem(!) zat

Ya da “...hay sana o üniformayı giydirene” ya da “... insan olmadıktan sonra, mal mülk sahibi olsan ne yazar, Allah’ın öküzü... ayısı...” deniyor; bilmiyor mu, duyumsamıyor mu sanki o muhterem(!)?

Herhangi bir tanıdığınızın yanından geçerken; adam gibi bir “merhaba” deseniz, tebessüm edip bir selam verseniz, verilen selamı adam gibi alsanız; bir yanınız mı eksilir, koltuğunuza, üniformanıza, malınıza mülkünüze halel mi gelir a benim tosuncuklarım, a benim görgüsüz ayıcıklarım!?...

*  *  *

Şunu anlatmak, şu iletiyi vermek istiyorum.

Birlik ve dirliğimizi korumak; huzur içinde bir arada yaşamak için, birbirimizi sevmek, birbirimize saygı göstermek zorundayız.

Eski komşuluk, akrabalık, arkadaşlık, dostluk, hemşehrilik, en önemlisi insanlık ilişkilerimizi canlandırmak, diri tutmak zorundayız.

… …

Esenleşmek, gülümsemek, hatır sormak, bu işin abecesidir...

Lütfen tanışlarınıza selam verin, tebessüm edin...

Adını bilmeyebilirsiniz.

Hatta sizi esenleyen kişiyi tanımayabilir, anımsayamayabilirsiniz. Olsun!...

O sizi esenlenmeye değer bulmuş, esenlemiş; aynı duygularla siz de karşılık verseniz n’olur!?...

… …

Evet!... Kamu görevlisi siz (X) kardeşim ya da ağa geçinen, bey geçinen, alçak dağları da yüksek dağları da ben yarattım diyen (Y) kardeşim!...

Size verilen selamı alın ve karşılığını verin.

Korkmayın, bir yanınız eksilmez.

Forsunuza, cafcafınıza, saltanatınıza, malınıza mülkünüze, ağalığınıza, beyliğinize, parti başkanlığınıza, siyasi kariyerinize bir şeycikler olmaz!

Nobranlık, işgal ettiğiniz makama da yakışmıyor, üzerinizde taşıdığınız üniformaya da, ağalınıza/beyliğinize/hanımefendiliğinize de...

Şunu hiçbir zaman unutmayın.

Hiçbir koltuk, hiçbir makam, hiçbir rütbe, hiçbir servet, hiç kimseye baki değildir.

Herkes bu dünyaya çıplak gelip, çıplak gidiyor.

Önemli olan, adam gibi adam olabilmek.

Önemli olan alçakgönüllü, görgülü olabilmek.

Önemli olan, gök kubbede hoş bir seda bırakabilmek.

Önemli olan öldükten sonra, “adam gibi adamdı...” diye anılabilmek.

Gerisi boş canım kardeşim!...

Gerisi boş...

Adam olun.

Adam gibi adam…