Bir gece yarısı yayınlanan bildiri… Kimi 103 dedi kimi de 104…
Yeni bir yarılma, yeni bir kamplaşma, hatta yeni bir saflaşmayı başlatan bir bildiri…
Ama bu kamplaşma, bu söylenenlerin doğruluğu üzerine değil…
Ve de bu kamplaşma, söylenenlerin yanlışlığı üzerine de değil…
Çünkü dar bir görüş açısıyla, siyasi hesaplarıyla taraf olunmakta.
Çükü ülkemizde, kamplaşmanın anahtarı söylenenlerin özünde değil, kime yönelik görünüşündedir.
Nitekim söylenenler iktidara yönelik ise muhalefet, muhalefete yönelik ise iktidar sahip çıkmaktadır ve de bizde hep böyle olmaktadır.
Peki, bu toplum yönünü nasıl belirleyecek?
Özellikle de siyasi kimliklerin verasetle geçtiği bu toplumda!
İşte emekli 104 amiralin, 4 Nisan gece yarısı Veryansın TV’de yayınlanan bildirisi, toplumu aynen böyle bir kamplaşmaya, böyle bir saflaşmaya itti.
* * *
Siyasi liderlerin bu bildiriye karşı aldığı tavır ise bu kamplaşmayı daha da besler oldu.
Askere “kâğıttan kaplanmışsınız” diyen bir zihniyet, iktidara yönelik diye koşulsuz sahiplendi.
Askere “vesayet odağı” diyen bir zihniyet, bir mağduriyet yaratır diye siyasal bir rant olarak sahiplendi.
Yazılı ve görsel medyada ve de özellikle sosyal medyada ise önyargılı saflaşmalar hemen uç verdi.
Bildirinin yanında yer alanlar, “gece yarısı da olsa doğru” dediler, ama “gündüzler torbaya mı girdi, neden gece yarısı” diye sormadılar.
Bildirinin karşısında olanlar, “bu bir düşünce ifadesi değil, bir darbenin sesi” dediler, ama “bildiride ne deniliyor” diye bir kez olsun sormadılar.
Yani genelde siyasi liderler faydacı bir anlayışla yaklaştılar.
İşte siyasi kimliklerin her zamanki olan bu görüntüsü, “devlet adamı” kimliğini bir kez daha sorgulatır olmuştur.
Çünkü bizde “devlet adamı” olmak, devletin herhangi bir koltuğunda oturmak ya da bir siyasi partinin lideri olmak sanılmıştır.
* * *
Asıl konuya gelirsek; amiraller endişesinde elbette haklıdır.
Kaygılarını dile getirmeleri, bunu hem Türkiye siyaseti hem de Türkiye toplumu ile paylaşmak istemeleri elbette doğrudur. Ayrıca anayasal bir haktır.
Çünkü “Mavi Vatan” sözünün isim babası, FETÖ’nün kumpasında tutuklanmış, Balyoz Davası’nda yargılanmış Emekli Amiral Cem Gürdeniz diyor ki, “Karadeniz, Avrasya güçleri ile Atlantik güçleri arasında fay hattına dönüşmüştür.”
İşte bu tespit, özellikle günümüz Türkiye’sini doğrudan ilgilendiren ve göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir tespittir.
Ve de Montrö’nün delinmesi ya da yumuşatılması, sosyalist sistemin dağılması ve soğuk savaşın bitmesinden bu yana, ABD’nin açık olmasa da önemli bir talebidir.
Emekli amirallerin denizci olmaları, işte bu nedenlerle özellikle bir hassasiyet yaratmıştır.
Ve böyle bir bildiri ile de özelde iktidara, genelde Türkiye siyasetine, durup dururken gündeme getirilen “Montrö Sözleşmesi” üzerinden bir tehlikenin uyarısı yapılmıştır.
Ama amirallerin bu hassasiyeti Deniz Kuvvetleri’ne, Deniz Lisesine, Deniz Harp Okulu’na, Harp Akademilerine FETÖ’cüler doldurulurken hangi seviyedeydi, bilemiyoruz.
* * *
Elbette, amiraller endişelerinde haklıdır, ama dile getiriliş biçimi ve bir gece vakti duyuruluş biçimi yanlıştır.
Çünkü darbelerle, muhtıralarla, uyarılarla yaşamış olan bu toplum, darbenin sesini ya gece yarısı ya da sabaha karşı duyar olmuştur.
“Yüce Türk Milleti” diye başlayan bildiriler, bu topluma hiç yabancı değildir.
Çünkü bu söz; 27 Mayıs 1960’ta duyulmuş, 12 Mart 971’de duyulmuş, 12 Eylül 1980’de duyulmuş, 15 Temmuz 2016’da duyulmuştur.
Ve de ne zaman askerin topuk sesleri duyulsa, işte bu söz duyulur olmuştur.
Ama halkımızın bir darbe söylentisine inanmasına da bir endişe duymasına da gerek yok diyebiliriz.
Çünkü darbenin sesi olan ve “kendi sesimle kendimi uyandırmaktan bıktım” diyen ve de bu nedenle darbecilerle kavgalı olan Hasan Mutlucan yok artık.
Ve onun bas-bariton sesiyle “Yine de şahlanıyor aman kolbaşının kır atı” duyulmayacak artık.