Zıtların birliği esasıyla oluşan ve dönüşerek devam eden doğanın ve kâinatın bir parçasıdır insan. Doğanın olmazsa olmaz yordamlarından bir de iletişimdir. İnsan da bu bağlamda konuşup yazışarak, mimikleriyle ve beden diliyle iletişimde bulunur.
İnsanlar arasında iletişimde sözcükler ve kavramlar onun anlama ve anlatma araçlarıdır. Her kavramın ise zaman içinde oluşan bir tanımı vardır. Dil, yaşayan bir yapı olduğundan gelişen hayat şartlarıyla yeni sözcükler üretilerek iletişim kolaylaştırılır.
İşte bu noktada kavramların tanımlarının önem ve değerine değinmemiz gerekir. “Tarif, efradına cami, ağyarına mâni olmalıdır” derdi eskiler. Öyleyse eleştiri nedir veya ne değildir sorusu ile başlamak gerekir ki anlaşalım.
Eleştiri, bir kişi, eser ya da konuyu doğru ve yanlışlarını göstererek anlatmak amacıyla yazılan metinlerdir. Sanat, edebiyat, düşünce eserlerini hem öz hem yapı yönünde açıklayan, başarılı ve başarısız ya da değerli ve değersiz yönlerini gösteren, bunları örneklerle somutlayıp belirten yazıdır. Bu tanımdaki “doğru ve yanlış” kavramlarının kişiye, zamana, zemine göre değiştiğini sinek pislemedik bir yere yazarak sürdürelim yazıyı.
Eleştirinin Özellikleri;
• Eleştiri objektif olmalıdır.
• Eleştiride amaç okura ve yazara yol göstermektir.
• Eleştirmenin kişisel duyguları kattığı eleştirilere öznel eleştiri, kişisel duyguları katmadığı, objektif olduğu eleştirilere de nesnel eleştiri denir.
• Eleştiri her yönden yapılabilir.
• Eleştiride yazar okuyucuyla konuşma halindedir.
Biz de kendimizce söylersek eğer, eleştiri; olanla, yapıt-metin, olması gereken arasında örtüşen ve ayrışan yerlerin, şüphesiz eleştiriyi yapanın bakış açısı ve ölçütleriyle irdelenmesidir. Bir diğer deyişle hem sübjektif hem de objektif bir metindir. Eleştirinin objektifliği olguları (burada metin) sebep-sonuç ilişkisi bağlamında okunabilmesiyle doğru orantılıdır.
Eleştirinin Türk toplumuyla tanışması Tanzimat dönemiyle başlar, Cumhuriyet döneminde gelişerek devam eder.
Bizim edebiyat ve toplumsal hayatla ilgilenmeye başladığımız 1960 ve 1970’li yıllar göz önüne alındığında eğer günümüzle karşılaştırırsak ortaya çıkan fotoğrafta 12 Eylül 1980 darbesinin hemen her konuda olduğu gibi kırılma noktası olduğunu görürüz.
1980 sonrası eleştiri konusunda yetkin isimlerin önde gelenleri 1960 ve özellikle 1970’li yılların imzalarıdır. Fethi Naci, Asım Bezirci, Rauf Mutluay, Berna Moran, Tahsin Yücel, Nermi Uygur, Atilla Özkırımlı, Konur Ertop, Mehmet H. Doğan aklımda kalan isimlerdir.
Biz okurlar için eleştirmen imzaları o kitaplar için referans ve güvence olmuştur o dönemde. 21. Yüzyılı yürüdüğümüz şu dönemde aynı derecede güvendiğimiz kaç eleştirmen var sorusunun cevabını sizler katılımcı okur olarak vereceksiniz.
1980’den bugüne geçen kırk yılda gördüğümüz net fotoğraf ülke genelinde eleştirinin kurumsallaşamamasıdır. Bir diğer deyişle eleştiri kültürünün hâlâ oluşamamasıdır.
Bu durumun yanı sıra eleştiri ile kitap tanıtma yazısının ayırdına varmada zorlanan bir algı zafiyeti de eklendiğinde eleştirinin sıkıntısı daha da netleşmektedir.
Geçenlerde sosyal medyada bir arkadaş kitaplar için kaleme alınan yazıların hep övgü olduğuna değinerek hiç mi eleştirecek bir şey yok, diyerek yakınmaktaydı.
Ticarette “hatır çeki” diye bir kavram vardır. Siz o kişiye bir mal ve hizmet satışı yapmazsınız ama bir çek alarak işinizi görürsünüz. Bir süre sonra da ona bir çek vererek ticarete devam edersiniz. Buna benzer durum KDV ödemeniz çıktığında ödeyecek paranız yoksa eğer, tanıdık bir şirketten sanki mal almış gibi fatura istersiniz. Fatura hesaba girince sizin ödemeniz gereken KDV hesabınız tersine döner ve ödemeden kurtulursunuz. Bir süre sonra “hatır faturası” için iade faturası kesersiniz.
Bunları niye yazdım? Günümüzde de “hatır çeki” misali “hatır yazıları” kaleme alınmaktadır. İşte bu tablo sosyal medyada ve dergilerde “Niye hiç eleştiri yok?” sorusunun da cevabını içermektedir. “Sen bana yaz, ben de sana yazarım ödeşiriz” şeklinde bir gündelik terazi kurulmuştur.
Sanatın ve eleştirinin er meydanı 1980 öncesi dergilerdi. 12 Eylül 1980 sonrası medyanın el değiştirerek gazeteci kökenli olmayanların gazete sahibi olmalarına paralel olarak yayın dünyası da dönüştürülmüştür. Holding dergilerinin yanında banka yayınevleri edebiyat kökenli yayıncılığı kısa sürede tasfiye etmiştir.
Burada gazetelerin kitap eklerine de değinmemiz gerekir. Arşivler duruyor kitap eklerini karşılaştırırsanız net fotoğrafı görmemiz mümkündür. Eleştiri bu eklerden ötelenmiştir. Sanat-edebiyat dergilerinin de el değiştirdiğini buna eklerseniz bugünün resmi daha açık seçik görülecektir.
Galiba 2011’de TRT Antalya Radyosu’nda Yayın Dünyamız adlı programı hazırlayıp sunarken bütün kitap eklerini düzenli olarak izlemeye başlamıştım. Böylece büyük fotoğrafı görme imkânım oldu.
Gazeteler için ek yük getiren kitap eklerinin maliyetini düşürmenin hatta sıfırlamanın çaresi yayınevlerinden alınan reklamlardır. Büyük yayınevlerinden alınacak reklamlarla kitap ekinin maliyetinin karşılanmasının bedeli o yayınevinin kitaplarının ister istemez öne çıkarılması olacaktır. Tamamen duygusal bir durum bu!
Romancı Elif Şafak’ın kitabının piyasaya yeni çıktığı günlerde perşembe çıkan kitap ekinde tam sayfa Elif Şafak reklamı yanında tanıtım yazısı. Cuma günü çıkan üç kitap ekinde de aynı manzara. Sermaye gücünün tartışılmaz önem ve değeri burada işte.
Eleştiri, girişte de ifade etmeye çalıştığımız gibi başka bir şey. Ey sevgili katılımcı okurlar, lütfen son yirmi yılda öne çıkan ve imzasına güvendiğiniz kaç eleştirmen var, sorusuna cevap vererek bu yazıyı siz bitireceksiniz.