1930’lu yıllar…
İzmir Kadınlar Tutukevinde, mahkûm kadınlara akşam dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı.
Bir gün İzmir Maarif Müdürünün odasına, zayıf, ufak tefek bir genç kız girdi, ‘Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim efendim…’ dedi genç kız…
Maarif Müdürü şaşırmıştı.
Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış üstelik de son derece hassas bir insana benziyordu.
Müdür, hapishanedeki tipleri şöyle bir gözünün önüne getirdi; olacak şey değildi bu!
‘Peki Hoca Hanım, biz başvurunuzu değerlendirelim, size ulaşırız…’ dedi Müdür.
Genç kız, iki hafta geçmeden, soluk ışıklar altındaki hapishane koğuşunda, akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli demir kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşuyordu.
Hapishane Müdürü de Maarif Müdürü gibi hayretler içinde idi. O kavgacı, o geçimsiz mahkumlar, genç öğretmeni hem sevmeye hem saymaya başlamışlardı. Hatta bir keresinde de dersten çıkarken kendisini alkışlamışlardı…
Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu. O azgın kadınların, tutuklu evi görevlileriyle ve birbirleriyle olan ilişkileri değişmiş, her şey normale dönmüştü.
Derken… bir gün, inanılmaz bir şey oldu.
İşinde inanılmaz bir başarı gösteren genç kız, acayip bir suçla mahkemeye verildi…
Hakkındaki suçlama, çok ilginçti…
Misyonerlik(!) yapıyordu genç kız…
Misyoner(!) öğretmenin dosyası kabardıkça kabarıyor, suç isnatları ve saldıralar giderek artıyordu…
Genç öğretmenin suçları(!), saymakla bitmez hale gelmişti!...
İş, o kadar dallanıp budaklandı ki, konu, Atatürk’ e kadar ulaştı.
Atatürk, meseleyi merak etmişti.
‘Bana o misyoner öğretmenin dosyasını getirin!’ dedi. Bütün gece dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü Öğretmeni yanına çağırttı.
Genç öğretmen Atatürk'ün huzurda yaprak gibi titriyordu.
Atatürk bu ufak tefek genç kıza hayretle baktı, ‘Misyoner öğretmen sensin öyle mi?’ diye sordu.
Genç kız korkmuş, daha da ufalmıştı.
Yavaşça, ‘Efendim ben öğretmen Sıdıka Avar…’ diye fısıldayabildi.
Atatürk, genç öğretmeni tepeden tırnağa tekrar süzdü ve parmağını ona doğru uzatarak, yüksek sesle şunları söyledi, ‘Hayır... Sen misyoner Avar'sın. Bana da senin gibi misyonerler lazım…’
Ardından da bu konudaki düşüncelerini açıkladı; Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa da kadın (lar) yoluyla kazanılabilirdi. Genç öğretmen, Doğu'ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri toplayacak, eğitecekti. Onları, bu cemiyetin potasında yetiştirecek, sonra da bu çocukları, birer ışık huzmesi haline getirip, köylerine geri gönderecekti.
Sözlerinin sonunda, ‘Git memleketin içine gir, dağ köylerine uzan, orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini bulacaksın… Onları eğit, onlara dilimizi öğret…’ dedi.
Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün huzurundan çıktı. Memleketine, ailesine bile veda etmeden Doğu’ya gitti.
Elâzığ, Tunceli ve Bingöl çevresinin aman vermez, geçit vermez dağlarını katır sırtında karış karış dolaştı…
Zaza’ca öğrendi.
Yöre insanıyla ilişki kurdu.
Dağ köylerinden köy kızlarını topladı, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürdü.
Onlara yön oldu, ışık oldu.
Onlara Türkçeyi öğretti…
Gün oldu, öğrencilerinin saçları arasındaki bitleri kendi elleriyle temizledi.
… …
Elâzığ, Tunceli, Bingöl çevresi insanı, bu ufacık tefecik kadından hâlâ bir azize gibi söz eder. Onun hakkında iki yüze yakın mâni, masal ve çocukların dilinde sayısız Avar şarkıları vardır.
Avar Öğretmen, Doğu’da inanılmaz bir isimdir.
Bu masal kadını, uçsuz bucaksız dağların tepelerindeki köylere, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler, “Kızımı da götür Avar!” diye atın üzengisine yapışıyorlardı...
Kente, Avar'ın okuluna gelen kızlar, üç dört yıl sonra bir mucize olarak köylerine geri döndü.
Ben, insan yaratma mucizesini orada, kendi gözlerimle gördüm ve yaşadım...”
* * *
Bu yazı, 1957 yılında Hikmet Feridun Es tarafından, “Avar, kızımı da götür…” başlığıyla kaleme alınmış, aynı yıl da Hayat Dergisinde yayımlanmış.
Yazıdan ve yazı konusu olaydan çok etkilendim.
Araştırdım…
Sıdıka Avar öğretmenimizle ilgili başka bilgilere de ulaştım.
Yazının bazı yerlerinde düzeltmeler ve eklentiler yaparak, yazıyı daha akıcı hale getirmeye çalıştım.
İstedim ki, bu örnek insanı, bu büyük öğretmeni siz de tanıyın.
İstedim ki, öğretmen gibi öğretmen nasıl olunuyor, bilin.
İstediğim ki, o gün olan olaylarla, bugün olan olaylar arasında bir bağlantı kurun.
İstedim ki, bu makus talihimizi, neden, niçin değiştiremiyoruz; çevremizdeki bu bağnaz çemberi neden, niçin kıramıyoruz; bir değerlendirmesini yapın.
İstedim ki, Sıdıka Avar Öğretmen, İzmir Tutukluevinde, kadınlara eğitim verirken, “misyonerlikle” suçlandığı zaman, Ulu Önder Büyük
Atatürk konuya nasıl yaklaşmış; bugünün lidercikleri ve sözde aydınları benzeri bir başka olayda Türkan Saylan Hocamıza nasıl yaklaştı, bunun uslamlamasını yapın.
* * *
Yıl 2023 …
Doğu yöremiz insanının azımsanamayacak sayıdaki bir bölümüyle hâlâ tercümanlar aracılığıyla anlaşıyoruz.
Yöre insanı hâlâ Türkçe bilmiyor, Türkçe konuşamıyor. Onun için de bölücü Kürt faşistlerinin elinde oyuncak oluyor.
Neden?
Çünkü Doğu bölgemize Atatürk gibi yaklaşmasını beceremedik.
Çünkü Atatürk’ün ölümüyle birlikte, Atatürkçe çözümleri de boşladık.
Çünkü doğu Anadolu Bölgemize Atatürk gibi yaklaşmayı beceremedik.