11 Mart 2024 günlü “Ünlü Yazarlardan Unutulmaz Anılar…” başlıklı yazımın sonunu, “İşte bu nedenle, sözü edilen 12 Mart nedir, neler olmuştur, bir kez daha hatırlamak ve de hatırlatmak gerekir” diye bağlamıştım.
Çünkü bizde her darbenin, her askeri müdahalenin arkasından ABD ve NATO vardır.
Ve de her darbenin, her müdahalenin sabahında, ABD ve NATO’ya sadakat gösterisi yapılır, bağlılık yemini edilir.
Bu nedenle 12 Mart’ın anatomisini hatırlamak, getirisine-götürüsüne bakmak gerekir.
Nitekim ünlü İngiliz devlet adamı Başbakan Winston Churchill, “Ne kadar geriye bakarsanız, o kadar ileriyi görebilirsiniz” demiştir.
***
Evet, 12 Mart bize iki önemli günü hatırlatır:
12 Mart 1921 ve 12 Mart 1971...
Biri İstiklal Marşı'nın kabul edildiği gündür, diğeri muhtıranın verildiği gün...
Biri silahların düşmana çevrildiği gündür, diğeri halka çevrildiği gün...
Bu nedenle o günleri hatırlamak ve de özellikle bir kez daha hatırlatmak gerekir.
Çünkü 12 Mart 1971, Türkiye demokrasisine vurulan en büyük ve de Türkiye'nin bugünkü kaderini belirleyen en kanlı bir dönemeçtir.
Ve de bugünlerin geleceğinin belirlendiği, milli siyasetlerin kırıldığı, idam sehpalarının kurulduğu bir gündür 12 Mart...
***
Ve de 12 Mart’ın hedefinde:
-61 Anayasası ile açılan kulvarda, yükselen toplumsal ve siyasal uyanışın susturulması vardır.
-ABD’ye karşı yükselen milli bir duruşun bastırılması vardır.
Ve İhsani'nin ağzından;
“Sorumluyum ben çağımdan
Düz ovamdan dik bağımdan
Sömürgeni toprağımdan
Sürene dek yazacağım” diyen...
Ve Mahzuni'nin ağzından;
“Türk milleti, Türk milleti
Nerden gelmiş elin iti
Bu gidişin sonu kötü
Amerika katil, katil”
Diyen bir uyanışın, bir karşı duruşun imhası vardır.
***
Özet olarak Türkiye'nin ABD ve Batı dünyasından uzaklaşacağı endişesi vardır.
Sonuçta NATO'nun ileri bir karakolu haline getirilen Türkiye'de, toplumsal ve siyasal uyanışa izin verilemezdi, verilmedi.
Ve de ABD ve Türkiye'deki işbirlikçileri tarafından düğmeye basıldı. Gençlik kanlı bir çatışmanın içine itildi.
Demirel'in ağzından 61 anayasası için “Bu anayasa ile bu devlet yönetilemez” denildi.
Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın ağzından “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” denildi.
Yani şartlar oluşturuldu! Muhtıra hazırlandı:
“Türkiye Cumhuriyetinin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür” denildi.
“Türk Silahlı Kuvvetleri, kanunların kendisine vermiş olduğu 'Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır” denildi.
Ve de muhtıra, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a sunuldu; tanklarla çevrilmiş mecliste okundu.
Direnmesi gereken Başbakan Süleyman Demirel şapkasını aldı gitti.
Özet olarak…
Süreç içinde 61 anayasası üzerinde gerekli balans ayarları yapıldı.
Sendikal haklar kısıtlandı.
TRT’nin özerkliği kaldırıldı.
Üniversite özerkliği sınırlandırıldı.
Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) kuruldu.
Toplumun üzerine yargının balyozu indirildi ve cezaevleri emekçi ve gençlerle dolduruldu. İdam sehpaları kuruldu.
Ve o gün bir kuşak yok edildi.
Yani özellikle Ortadoğu’nun ve genelde İslam Dünyası’nın kanlı savaşlara hapsedilişini o gün görebilen ve ABD’ye başkaldıran bir kuşak…
Ve de İkinci Dünya Savaşı’ından sonra ülke topraklarına adım adım yerleşen ABD ve NATO üslerine hayır diyen bir kuşak…
Hem de Atatürkçülük adına, hem de cumhuriyeti koruma ve kollama adına yok edildi.
Sonuçta toplumsal uyanışa ağır bir darbenin ve demokrasiye kanlı bir kelepçenin vurulduğu gün oldu 12 Mart.