Yarın Cumhuriyet'in 96'ıncı kuruluş yıldönümü. Yani Cumhuriyet Bayramı'nın 96'ıncı kutlanış günü. Tüm halkımıza kutlu olsun.
Ne diyordu Mustafa Kemal?
"Memleketin bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış..."
Bu ülke bu koşullarda kurtarılmıştı... Emperyal işgale karşı savaşarak, büyük bir bedel ödenerek temizlenmişti bu topraklar.
Ve de savaştan savaşa koşan ve 11 milyonu köyde yaşayan 13 milyon yorgun insanla kurulmuştu bu Cumhuriyet.
Çağdaş, laik, demokratik bir devlet olmaktı hedef.
Kurucular bu hedefleri koymuştu.
* * *
Peki, 96 yılda bu hedeflere ulaşıldı mı ya da yaklaşıldı mı?
Ulaşılamadı ve de yaklaşılamadı...
-Çünkü halkından korkmayan bir devlet, devletinden korkmayan bir halk olmalı idi, ama olmadı, olamadı.
-Şairinden korkmayan bir devlet, devletinden korkmayan bir şair...
-Yazarından korkmayan bir devlet, devletinden korkmayan bir yazar...
Yani kalemin silahtan tehlikeli görülmediği bir Türkiye olmalı idi, ama olamadı.
Ve de 96 yıllık cumhuriyette:
-Özgürlüklerden korkmayan bir siyasal yapı olmalı idi, ama olmadı, olamadı.
-Bağımsız, tarafsız ve güven sağlamış bir yargı olmalı idi...
Yani üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğü kurumlaşmalı idi, ama olamadı.
-Ayrımcılığın ve ötekileştirmenin yok edildiği...
-Önyargının yıkıldığı, bilinçaltının temizlendiği bir Türkiye olmalı idi, ama olamadı.
* * *
Ve de tam bağımsız, demokratik bir devlet olmaktı hedef.
Kurucular, özellikle de bu hedefleri koymuştu. Ama olmadı, olamadı.
Ne diyordu Nazım?
"Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim..."
Böyle diyordu Nazım ama galiba bizim olamadı bu memleket...
-Çünkü 1950'den itibaren memleketin topraklarını ABD üsleriyle, NATO üsleriyle doldurduk...
-Çünkü milli kaynaklarımızın neredeyse yarısını yabancı ellere teslim ettik...
-Çünkü okyanus ötesinden dost(!) edindik, komşularımızla kavgalı, dargın ve de düşman olduk.
Kısaca "Üç tarafı denizle çevrili, dört tarafı düşmanla çevrili bir devlet" olduk.
* * *
"Yurtta sulh, cihanda sulh" şiarıyla, barışın mesajını vermişti kurucu irade.
Ama ülke içinde bile bir barışı sağlayamadık.
-Toplumsal barışın tohumlarını yeşertemedik.
-Farklılıklara karşı önyargıları yıkamadık.
Öyle ki, büyük reklâmlarla başlatılan, önceleri umut vaat eder görünen açılımlar bile sonuç alınamadan bitirildi.
-Yani Kürt sorununu çözemedik.
-Alevi sorununu çözemedik.
Anlaşıldı ki Türkiye siyaseti, ülkenin birlik ve beraberliğini ilgilendiren bu sorunları çözemeyecek. Özellikle de bölünme tehlikesini içinde taşıyan Kürt sorununu...
Ve de anlaşıldı ki bu durumun provokasyona açık tehlikesini, kitle katliamlarına varacak görüntüsünü göremeyen siyaset, bu sorunu çözemeyecek.
Peki, böyle giderse kim çözecek? Elbette emperyal güçler! Yani ABD ve Batılı müttefikleri ve de bölge jandarması olan İsrail!
Peki, nasıl çözecek? Demokrasi getireceğiz diye... Örnekleri var çevremizde...
-Afganistan'da çözüldü! İşgal edilerek, yakıp yıkılarak...
-Irak'ta çözüldü! İşgal edilip parçalanarak...
-Libya'da çözüldü! Yerle bir edilerek...
-Suriye'de çözülecek! Parçalanıp Kürt, Alevi ve Sünni bölgelere ayrılarak...
Cumhuriyetin 96'ıncı yılında Türkiye siyaseti, artık bu tehlikeleri görebilmeli ve de hiç olmazsa kurucuların hedeflediği "Yurtta Sulh" şiarı hayata geçirilmeli.
* * *
Evet, komşularıyla barışık, ülke içinde barışık bir Türkiye görünümü (panoraması) çizmek gerekirken...
Cumhuriyetin 96'ncı yılında da böyle bir Türkiye görünümü çizmek doğru değildi.
Ama görünüm budur.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ından sonra ABD'nin bir üssü konumunda olan, bugün ise bölge politikalarında ABD ile Rusya arasına sıkışmış gözüken ülkemizde görünüm budur.
Ve de mutlak değişmesi ve değiştirilmesi gereken bir görünümdür bu...