ÇERÇİLİK

Köyümüz halkının geçim kaynağı meyvecilik ve sebzeciliktendi. Meyvenin ve sebzenin her türü yetişirdi köyümde. Bunlar olgunlaşınca toplanır; eskiden kamyon ve traktörler olmadığı için eşeklerle kasaba pazarlarına taşınır, oralarda satılırdı. Ya da uzak kır köylerine götürülür, alıcılarına ekin, yarma, bulgur ve para karşılığında verilirdi. Buna, “çerçilik” adı verilir. Yani seyyar sebze, meyve satıcılığının adı çerçiliktir. Satana da “çerçi” denir. “Çerçiliğe gittim,” ya da “çerçiliğe gideceğim” sözleri bu seyyar satıcılığı anlatan sözlerdir. Çerçilerin bu gidiş dönüşleri bazen üç beş gün, bazen de bir hafta sürerdi. Köyümde o yıllarda çerçilik yapmayan kişi kalmamıştır diyebilirim. Hatta kadınlar bile gruplar halinde başlarında bir ya da iki erkekle çerçiliğe giderlerdi. 1950’li yıllarda, yani çocukluğumda ve yeniyetmelik dönemimde bu kadınların çoğunlukta olduğu bu grupla Alaca ilçesinin Sarısüleyman köyüne ben de birkaç kez çerçiliğe girmişimdir. 

Babamın borçlanıp İzmir’e para kazanmaya gidişi sonrasındadır benim çerçiliğim. İlkokul dördüncü beşinci ve orta birde olduğum dönemlerdi. 11 yaşımda başlayan çerçiliğim 14 yaşıma kadar sürmüştür. Çünkü babam iki buçuk yıl dönmemişti gurbetten.

“Karakürt’ün Meryem” diye birisi vardı. Uzaktan akraba olurmuş bize. Biz ona “Meryem Eme” derdik. Kocasının dev yapılı babayiğit birisi olmasına karşın Meryem eme ufak tefek yapılı, çalışkan bir kadındı. Kocasına, “Ömer Osman’ın Haydar” derlerdi. “Haydar”ın takma sıfatı olduğunu, asıl adınınsa Ömer olduğunu çok sonraları öğrenecektim. Yetişkin bir kızı, iki de oğlu vardı. Hakkı ağabey benden beş altı yaş, Mehmet Ali ise bir iki yaş büyüktü. Mehmet Ali’yle de iyi arkadaştık. Kızı Zeynep yetişkin, gelinlik kızdı. Sık sık bize uğrar, anneme ev işlerinde yardımcı olurdu. 

Babam gurbetteydi. Annem çerçilik için beni zaman zaman Meryem Eme’nin yanına katardı. Onun ekibiyle birlikte Sarısürmen de denilen Sarısüleyman köyüne çerçiliğe giderdik. Eşeğin üzerine atılmış heybenin gözlerine yerleştirilmiş sepetlere, mevsimin özelliğine göre meyve, sebze, ya da güz sonrası kurutulmuş meyve kurusu konurdu satmam için. Biz buna hoşaf derdik. Sarısüleyman Köyü, köyümüze yürüyerek dokuz on saat uzaklıktaydı. Alaca ilçesinin bir bozkır köyüydü. Tarım arazisi vardı ama meyvesi ve sebzesi yoktu. Yola sabah ezanında çıkılırdı. Üçköy’ün çaydan, Örencik Köyünün içinden ırmağa inilirdi. Güneş de bu sırada doğardı. Irmağın üzerine yapılmış ahşap köprüyü geçtikten sonra meşe ormanıyla kaplı Karadağ’a yukarı tırmanırdık. Yokuşlayan bozuk düzen yollarda, hayvanlar sırtlarındaki ağır yükler nedeniyle oldukça zorlanırlardı. 

Karadağ’da yolumuzun üzerinde, on on beş evlik “Örencikkaçağı” köyü vardır. Orayı da geçince bin beş yüz rakımlık Karadağ’ı arka yüze aşmamız neredeyse öğleyi bulurdu. Dağın doruğundaki “Tekmezar’dan sonra yol inişe geçerdi. Yollar dolambaçlıdır. Buralarda dağlık kesim seyrek ağaçlıdır. Ortaköy ilçesine giden yola ulaşınca dağlık kesim sonlanırdı. “Fındıklı” köyünden sonra da arazi düzleşmeye başlar, yolculuğumuz rahatlardı. Arazi yer yer engebeli olsa da uçsuz bucaksız bozkırın koynuna dalardık. Hayvanlar buralarda daha rahat giderlerdi. Bu düz alanlarda arada bir dinlenebilmek için hayvana binerdim.

Fındıklı Köyünden bir saat sonra da Kızılhamza köyüne ulaşılır. Ondan sonra da bir tepe boynunu aşan yolumuz uçsuz bucaksız bir ovaya dalardı. Uzaklarda bir köy daha görünür. O köy Sarısüleyman köyüdür. Yolculuğumuz da orada son bulacaktır. Ama ova git git bitmez. Sonunda güneş batmadan köye ulaşırdık. İki üç gidiş sonrası bende yolları öğrenmiştim. Köyü ikiye bölen cılız bir akarsu ve suyun kıyısında birkaç söğüt ağacı vardır. Evlerin tamamı toprak damlıdır. Öncelikle çocuklar koşarak karşılardı bizleri.

“Çerçiler geldi, çerçiler geldi!..”

Her birimiz bir eve konuk olurduk. Meryem Emem beni ilk önce bizim köyden Sarısüleyman köyüne gelin giden Nuri Ağanın kızı Lütfiye ablalara götürdü. Halil ağanın ilk karısından çocuğu olmayınca, ikinci eş olarak Lütfiye ablayı vermişlerdi Halil Ağaya.  Açıkçası, Halil Ağa iki eşliydi. Ve babamla da iyi arkadaştı. Lütfiye abla bu köye gelin gelmeden önce evimizin kızı gibiydi. Sık sık bize gelir, ev işlerinde anneme yardımcısıydı. Sanki evimizin kızı gibiydi.

(SÜRECEK)