Son güncel olayların gösterdiğine göre, Türkiye yine siyasal hesapların, kişisel çıkarların ve hukukun bu amaçlar için kullanıldığı bir dönemden geçiyor. Tuncer Bakırhan’ın T24’te yaptığı açıklama, Türkiye’de demokrasinin nasıl bir “pazarlık” masasına yatırıldığının açık kanıtıdır. “Masada CHP olursa, belki de CHP’liler dışarıda olacak.” sözü, demokrasi, hukuk devleti ve adalet adına düşündürücü, hatta tehlikelidir.
Bir ülkede hukuk ya vardır ya da yoktur. Hukuk varsa bağımsız mahkemeler de vardır ve kararı onlar verir. Yoksa kararlar önceden masada belirlenir. “CHP masada olursa, İmamoğlu serbest kalabilir” demek, adeta “hukuk değil, siyasal irade belirler” demektir. Bu durumda soruyoruz: Kararı kimin iradesi belirleyecek? Erdoğan’ın mı? Yargının mı? Ya da “çözüm masasındakiler” mi?
Bakırhan bu sözü belki düşünmeden söyledi. Düşündürücü olan, arka plandaki zihin bulanıklığının açığa çıkması açısından ilgiye değerdir. Bu söz, irade dışı sarf edildiyse arka plandaki bir gerçeği açığa çıkarıyor. Gerçek, kara, üzücü, karanlık ve demokrasiye tuzaklarla doludur. Beklenen ve olması gereken açıklama bu değildir. “Demokrasi bir trene benzer, biz istediğimiz durakta ineriz” anlayışıyla üst üste çakışıyor. Demokrasi hedef değil, araç olarak kullanılıyor. Ülkede, tutukluluk ve tutuksuzluk artık yargı kararı değil, siyasal masalarda yapılan pazarlığın sonucu haline geliyor.
İmamoğlu’nun hukuk dışı yollarla siyaset dışına itilmesi, zaten bir demokrasi ayıbıdır. Daha da beteri, hukuksuzluğun pazarlık konusu yapılmasıdır. Bunun anlamı, “CHP masaya oturursan, İmamoğlu’nu serbest bırakırız.” Böyle bir devlet olabilir mi? Açık açık, “CHP’li belediyeler birer rehinedir” denmek isteniyor.
Bu durumda iktidarın rüyası gerçek oluyor. Muhalefeti bölmek, birbirine düşürmek, diz çöktürmek. İktidarın aradığı bir gözse, sen sunuyorsun iki göz, ne âlâ memleket! Bu, CHP’li rehin belediyeleri kurtarmak değil, iktidarı düştüğü çıkmazdan kurtarma operasyonudur. Bu, halka hizmet değil, mevcut sisteme koltuk değneği olmaktır. Utangaçlık yapıyorlar, aslında denmek istenen: “Biz size hukuk değil, lütuf sunuyoruz.”
Ne demişti Erdoğan: “AKP, DEM Parti ve MHP olarak bu işi birlikte yürüyoruz.” Bunların amacı CHP’yi yalnızlaştırmaktır. Asıl amaçları, sistemi kurtarmak, meşruiyet kazandırmak, krizi el birliğiyle aşmaktır. Bu, demokrasi değil, mevcut sistemin güçlendirilmesidir. Kürt sorunu böyle çözülemeyeceği gibi, daha da karmaşıklaşır.
Kürt sorunu pazarlıkla değil, adaletle, demokrasiyle ve eşit yurttaşlık ilişkileriyle çözülür. Çözüm halkladır. Çözüm kişilerle ya da kurgulanmış masalarla değil, hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargı ile mümkündür.
Laik, demokratik bir ulus devlet inşa etmek için pazarlıkçı siyaseti bırakıp, ortak bir demokratik uğraş temelinde buluşmak gerekir.
CHP, Cumhuriyet’in kurucu ilke ve ideallerine sadık kalarak, adalet ve özgürlük için halkla birlikte yürümeye devam etmelidir. Kurgulu masalara değil, halkla aynı sofraya oturmalıdır. Türkiye bir yol ayrımındadır: Ya bu çürümüş düzene “demokrasi” kılıfı geçirilecek, ya da geniş bir demokratik halk cephesi örgütlenecektir.
Başarı, kurgulu masalarda değil; meydanda, sokakta ve sandıkta olacaktır. Ülkeye demokrasi, kurgulu masalarda pazarlıkla değil, bedel ödeyenlerin omuzlarında gelecektir.