1917'de Harvard'dan mezun olan biyolog, psikobiyolog ve genetikçi Curt Richter, 1957 yılında, fareler üzerinde deneyler yapar. Curt Richter “Hayvanlarda ve İnsanlarda Ani Ölüm Fenomeni Üzerine” adını verdiği makalesini Psikosomatik Tıp Dergisi'nde yayınlar.

Richter, evcil ve yaban Norveç fareleri üzerinde yaptığı deneylerde dikkat çekici sonuçlara ulaşır. Deneyin merkezinde, farelerin “umutsuzluk” durumuna verdikleri tepkiler vardır.

Curt Richter, oldukça acımasız ve tatsız, ancak bulguları açısından ilginç bir dizi deneyde, umudun azim üzerinde güçlü bir faktör olduğunu kanıtlar. Curt'ün deneylerini, fareleri suyla dolu cam fanuslara koyup ne kadar süre hayatta kaldıklarını gözlemleyerek gerçekleştirir.

Curt Richter

Curt'ün ilk deney setinde 12 evcil fare kullanılır. Bu farelerden ilki önce yüzeyde yüzer, sonra cam fanusun dibine dalarak bir süre orada ne olduğunu araştırır. Boğulmadan önce toplam iki dakika dayanır. Evcilleştirilmiş diğer iki fare de aynı şeyi yapar ve hemen hemen aynı süre hayatta kalır.

Diğer dokuz evcil fare ise ilk keşiften sonra, çoğunlukla zamanlarını yüzeyde geçirerek yüzerler. Sonunda bitkinliğe yenik düşüp boğulmadan önce saatlerce hayatta kalırlar.

Curt'ün yaptığı ikinci deneyde ise 34 yabani fare kullanılır. Yabani fareler mükemmel yüzücülerdir. Buna rağmen hiçbiri birkaç dakikadan fazla hayatta kalamaz.

Curt, hipotezini test etmek için birbirine benzeyen yeni bir fare grubu seçer. Onları yine cam fanuslara koyar ve bu sefer, pes ettikleri anda onları kurtarır. Kurtardığı fareleri bir süre kucağında tutarak dinlendirir ve iyileşmelerine yardımcı olur.

Sonra onları tekrar cam fanuslara koyar ve deneylere yeniden başlar. Fareler tekrar suya konulduğunda, ilk konuldukları zamandan çok daha uzun süre yüzerler. Değişen tek şey, daha önce birileri tarafından kurtarılmış olmalarıdır. Yani bu yüzden, bu sefer farelerin umutları vardır. Her an kurtarılma duygusu ile hayata ve yaşama tutunmaya çalışırlar.

Bu, fareleri tekrar tekrar kısa süreliğine tutup serbest bırakarak ve birkaç kez birkaç dakika suya daldırarak deney tekrarlanır. Bu şekilde fareler durumun aslında umutsuz olmadığını hızla öğrenir; ardından tekrar saldırganlaşır, kaçmaya çalışır ve pes etme belirtisi göstermezler. Bu şekilde şartlandırılmış vahşi fareler, evcil fareler kadar uzun süre, hatta daha uzun süre yüzerler.

Bu sizlere bir yerden tanıdık geliyor mu?

Richter’in fareleri bize aslında çok insanî bir şey öğretiyor: Bir canlının en büyük düşmanı, umutsuzluk duygusudur.

Sanki bir sınavı kazanamayacağını düşünüp bırakmış genç gibi. “Beni zaten kimse sevmiyor” deyip içine kapanmış biri, hayatta hiçbir yere varamayacağına inandırılmış biri gibi. Kaçacak yeri kalmadığını sanan bir insan da aynı fare gibi kendi kendini kapatıyor. Kalbi atıyor, ama ruhu göç etmiş oluyor.

Bazen yaşamın içine öyle sıkıştırılıyoruz ki, duygusal, ekonomik, sosyal olarak öylesine nefessiz kalıyoruz ki… Richter’in farelerinin yaşadığı şeyi adeta biz de yaşıyoruz. Farelerin cam fanusu gibi yaşadığımız çevrede bir kısır döngü içerisinde dönüp duruyoruz.

Bu umutsuzluk duygusu bugün modern toplumların en büyük sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Stres, çaresizlik, "nasıl olsa düzelmez" düşüncesi…

Peki bu hikâyenin sonu nerede değişiyor? Richter cevabı veriyor:

Fareyi birkaç kez kurtarın. Kapatmayın, kaçış şansı tanıyın. Umudu tekrar gösterin. Biz insanlar da biraz onlara benziyoruz galiba. Bazen sadece küçük bir çıkış kapısı, minik bir umut, bir söz, bir dost eli…

Belki de sadece biri “Sen yapabilirsin” dese, bizim de içimizdeki umudumuz artar, kalbimiz yeniden yaşamak ister. Belki de esas sorun, o fare kadar zayıf olmamız değil… Onun kadar umutsuz bırakılmamız.

Umut ne mutluluktur ne iyimserlik. Umut, her şey kötü giderken bile “bir ihtimal daha var” diyebilmektir. Umut, insanın hayatta kalma refleksidir. Ve bazen... Umut sadece senin değildir.

Bir başkasına verirsin onu. Paylaşırsın. “Sen yapabilirsin” dersin bir çocuğa. “Ben senin yanındayım” dersin bir dosta. “Vazgeçme” dersin, “yeniden başlarız.” İşte o an, birinin hayatını değiştirmiş olursun. Çünkü umudu olan, ayakta kalır.

Bize hep çalışkan olmamız öğretildi. Başarılı, planlı, güçlü… Ama kimse, umutlu olmanın da bir beceri olduğunu öğretmedi.

Biz umut etmeyi unuttuk. Hayatlarımızı hep sonuçlara bağladık. Kazanamazsam, sınavı geçemezsem, terfi alamazsam, yalnız kalırsam, başarısız olursam… Yani “olmazsa” her şey bitecek sandık.

Şimdi dönüp kendimize soralım: Bugün kime umut verdik? Kime “geçecek” dedik? Kiminle “yeniden başlayabiliriz” dedik?

Ve en önemlisi… Kendimize ne zamandır “hala bir şansım var” demiyoruz? Veya diyemiyoruz.

Kaynak: https://worldofwork.io/2019/07/drowning-rats-psychology-experiments/