Buzul çağı dönemine ait olduğu söyleniyor.

“Dipsiz Göl” diye bilinen, deniz seviyesinden 2.140 metre yükseklikte, kaynağı ve akarı olmayan, bir göl var (idi).

Nerede?

Gümüşhane İli sınırları içindeki Taşköprü Yaylası’nda…

Daha doğrusu onbeş – yirmi gün öncesine kadar “var idi”…

Şimdi yok.

Evet, asırlardır orada var olan o göl, şimdi yok.

Niye yok?

İki tane aklı evvel, Gümüşhane Valisine çıkıyor. Diyorlar ki, “Sayın Vali, bu gölün içinde Roma döneminden kalma hazine var. İzin ver, gölü boşaltıp, hazineyi çıkaralım…”

Sayın Vali de “hay hay…” diyor. “Yanınıza Müze Müdürümüzü, Jandarma Komutanımızı da vereyim, gidin boşaltın gölü…”

Dikkatinizi çekerim, Sayın Vali’nin “boşaltın” dediği göl, yapay bir havuz ya da yapay bir göl değil; buzul çağından kalma bir göl.

Yani asırlardır orada durup duran bir göl.

Bir anlamda bir “sit” yani. (Hoş, Çevre(!) Bakanlığının, bölgeyi sit alanı olarak kabulü iş işten geçtikten sonra oldu, ama oldu sonuçta…)

Ancak Türkiye burası…

Siti miti kim takar! Valiyi arkalarına alan bu iki aklı evvel, Müze Müdürü ve Jandarmanın gözetiminde önce kanallar açıp, gölü boşaltıyor, ardından da dört gün süren kazı çalışmalarına başlıyorlar.

Kazıyorlar, kazıyorlar…

Ne buluyorlar?

Ne bulduklarına ilişkin bir şey yazacağım buraya da o şeyi yazmamak için inanın kendimi zor tutuyorum.

Peki, sonra ne oluyor?

Sonra göl yatağını, göl yatağı olmaktan çıkarıp, sıradan bir çukur haline getirdikleri alana dozerleri sokuyorlar, basit bir iki tesviyeden sonra akıllarınca tekrar göl yatağı(!) haline getirdikleri gerekçesiyle(!); “Bundan sonrası da doğanın işi; kar yağar, yağmur yağar, o doldurur!” deyip, defolup gidiyorlar…

… …

Cahil, cühela takımı için her şey bu kadar basit işte…

Bu kadar basit ve de kolay!

“Gidin kazın!... Boşaltın suyu… Gömüyü bulamazsanız, tekrar doldurursunuz suyu…”

Buyuz işte biz.

Bu kadarız.

Çapımız, vizyonumuz, kültürümüz, doğa sevgimiz, doğaya saygımız bu kadar işte…

* * *

Defineniz, hazineniz batsın sizin.

Asırlık bir doğa harikasını, valisiyle, müze müdürüyle birlikte mahvettiniz.

Kendinizi de, bizi de, ülkemizi de rezil ettiniz.

Tüm dünyanın diline düştük.

Yunanlılar bile, evet Yunanlılar bile alay ediyor bizimle.

“Türkler, göllerin de tapası var sanıyor” diyorlar…

Rezillik diz boyu.

Bu rezillikle bitiyor mu rezillik?

Bitmiyor.

Yöre köylüsü de çıkıp; “Doldurun toprağı, kapatın o çukuru… Zaten o göl bir işimize yaramıyordu…” diyor.

Kim söylüyor bunu?

Yörenin insanı, yörenin köylüsü…

Bu zihniyete de verecek iyi bir yanıtım var. Var, var olmasına da gazetelerimi sıkıntıya sokmamak için susmayı yeğliyorum.

Lanet olsun…

İçim yanıyor, içim.

Evim, barkım yakılmış, yuvam dağılmış gibi içim yanıyor.

Niye biz böyleyiz?

Nasıl, niye ve neden bu denli zır cahil olabiliyoruz.

Ne ağaca saygımız var, ne doğaya…

Cayır cayır yakıyoruz ormanları, talan ediyor, talan ettiriyoruz doğal varlıklarımız ve de güzelliklerimizi…

Nasıl, neden ve niçin bu denli duyarsız, bu denli doğa düşmanı olabiliyoruz?

Diplomalımız da aynı, diplomasızımız da…

Hadi diplomasızımızın durumu malum da; diplomalılarımıza ne oluyor.

Nasıl bir eğitim alıyor, nasıl bir eğitim veriyoruz insanımıza.

Hep söylüyorum, eğer biz buysak; bu topraklarda yaşamayı hak etmiyoruz.