Bu dünyadan bir Âşık Veysel geçti, ama adı hala anılmaya, sazıyla söylediği türküler söylenmeye devam ediyor. İyi ki geçmiş.
Çoğumuz belki de evimize ilk radyonun gelişiyle tanıdık Âşık Veysel’i. Sazı da sözü de bir başkaydı Âşık Veysel’in. Sazı sözü yüreğimize dokunurdu. Onunla ozanları tanıdık. Onunla büyüdük.
Âşık Veysel’e olan hayranlığım öğrencilik yıllarımdan başlıyor. Ama baştan söylemekte fayda var. Ben şanslı olan nesillerdenim. Neden derseniz, üstat ve iki arkadaşını, Çorum Lisesinde öğrenci iken canlı olarak dinlemiştim.
Yanlış hatırlamıyorsam 1940’lı yılların sonları idi. Bugünkü adı Atatürk Lisesi olan Çorum Lisesi’nin ortaokul kısmında öğrenim görüyorduk. Öğrenim gördüğümüz yıllarda binanın bodrum kısmına sahne yapıldı. Temsil veya konser düzenlenebilecek hale getirildi, ama mikrofon vs. gibi malzemeler hak getire.
Rahmetli Âşık Veysel iki arkadaşı ile birlikte okulumuza geldiler. Sahnede türkülerini söylüyorlar. Sahne görülmüyor ve ses zor duyuluyor. Arka bölümlerden öğrencilerden biri yüksek bir ses tonu ile:
“Duymuyok, duymuyoook” diye söylendi.
Âşık Veysel de öğrenciye kayıtsız kalmayarak o da yüksek bir ses tonu ile:
“Görmek için bakmak ilazım,
Duymak için diinemek ilazım…
Siz bizi diinemiyonuz ki duyasınız!” diyerek karşılık verdi.
Öğrenciler aralarında konuştuğu için ortam çok gürültülü idi. Üstat da kinayeli sözleri ile bunu vurguluyordu.
Bundan sonra dinlemeye daha uygun hava oluştu da rahat ettik.
* * *
Bu hafta Âşık Veysel’in fani âlemden ebediyete irtihalinin yıldönümü idi. Okuduğum bir kitapta üstat ile ilgili kaleme alınanları gördüğümde kendisine olan hayranlığım bir kat daha arttı. Kitaptan birkaç alıntıyla devam etmek istiyorum:
Anadolu'nun küçük bir köyünde bir çocuğun gözleri, ateşli bir hastalık sonucu görmemeye başlar. Baba bir gün diğer çocukların artık oğluyla oynamamaya başladıklarını fark eder; gidip şehirden oğluna bir çalgı aleti alır, çocuk onunla tıngır mıngır vakit geçirir.
Bir süre sonra gerçekten bir şeyler çalmaya başlar. Sonra yakındaki köyden bir adam, çocuğun yetenekli olduğunu düşünerek ona ders vermeyi görev bilir. Çocuk yeteneğini çok geliştirir. Çok zeki, yaratıcı ve hazır cevaptır. Hatta bir gün gurbette sazı kırılınca bir dostundan saz almak ister, dostu fiyatına yüz elli lira der. Garibanın cebinde sadece elli lira vardır. Bu elliyi al, yüzüne tükürürüm der. Şaka öyle hoşuna gider ki satıcının, kalan yüz lirayı almaz... O görmeyen çocuğun adı Âşık Veysel'dir.
Köyüne ilk meyve ağacını diken insan, gözleri görmeyen Âşık Veysel'dir. Yüzyıllardır gözü gören o kadar çok insan var ve köye ilk meyve ağacını gözleri görmeyen biri dikiyor...
Şimdi sormak lazım köye ilk meyve ağacını diken Âşık Veysel mi kör, yüzyıllardır o köyde yaşayan ama bir meyve ağacı dikmeyen gözleri gören köy halkı mı?
Öğrenciye demişti ya üstat “Görmek için bakmak ilazım.”diye, evet önce bakmak lazım. Mevlana’nın da dediği gibi:
“Güzellik baktığın şeyde değil, bakışında olmalı. Güzel olan, yüz gözünün gördüğü değil, gönül gözüyle gördüğündür.”
Önce gönül gözünüz açık olmalı.
Üstadı tekrar rahmetle anıyorum.
En güzel günler sizlerin olsun.