Şehrin yerli halkının çoğunluğu fırından somun ekmek almazdı. Hatta alanlara ilenilir, kabaca ‘evdeki karıyı süs için mi aldın?’ diye söylenirlerdi.
Şehrin evleri avlulu bahçeli demiştim ya, her evin avlusunun bir köşesinde üstü kapalı yanları açık “kuruluk veya tandırlık” denen yerde tandırları mevcuttu. Olmayanlar da yakın komşu evin tandırında yufka ekmeğini yapardı.
Tandır denince ‘gazel’ (kuru yaprak) ‘kes’ (iri saman) ve ‘ayrık otu’ndan bahsetmeden vazgeçmeyeceğim. Çünkü tandırda yakmak için gazel toplardık çuval çuval. Tarlalar kara sabanla sürülürken biz ayrık otu toplar, sırtımızda getirirdik. Zenginlerimiz özel olarak çetenlerle kes getittirirlerdi.
Bunlar tandırda yakılır, sac üzerinde mis kokulu yufka ekmek yapılırdı. Sokaktan geçenler bile tandırda yapılan ekmeğin mis kokusunu algılar “şu evde tandır ekmeği yapılıyor” dedirtecek kadar yayılırdı mis kokusu.
O günler bütün yiyecekler doğal şartlarda üretilir, tüketimi de yine doğal şartlarda olurdu. Şimdi öyle mi ya; anamın söylemi ile “ayın oyun oldu her şey”. Bırakın ekmeğin mis kokusunun yayılmasını, mutfakta pişen sebze ve etin kokusu yok. Lezzeti de ona keza...
ÇAYGEÇE
Cezaevi önünden doğudan batıya akıp giden çay, şehrin batısı ve sonu olan Namazgah’a doğru giderdi. Bu çayın kuzeyinde kalan mahalle Ulukavak Mahallesi’dir. Ancak, Ulukavam mahallesi halkın söyleminde Çaygaçe olmuştu. Bugünkü gençlik Çaygeçe’nin neresi olduğunu belki bilemeyebilir. Orta yaşlı ve benim gibi yaşlılara sorarsanız Çaygeçe’yi benim tarif ettiğim gibi Ulukavak Mahallesinin halk söyleminde Çaygeçe olduğunu söyler.
Yazı Çarşı’da doğudan batıya akan bu çay, sonraları büyük bir kazıcı kepçenin aylarca çalışarak kazıldı “Sella” adı altında şehir dışına taşındı. O yıllar kazı yapan bu kepçe bize dev bir makine görünmüştü. Sanırım şehrin bütün meraklı kişileri gidip seyretmiştir nasıl çalıştığını. Biz çocuklar ise, hayretler içinde, ağzımız açık, merakla saatlerce seyrederdik.
Doğudan gelip, cezaevi yönünden, Emin Ağa’nın bahçe duvarını ve Cumhuriyet ilkokulu’nun duvarına yalıyarak Namazgah’a doğru akan çayın üzerinde iki köprü vardı.
Birincisi Osmancık Caddesi üzerinde, demir korkuluklu, beton, küçük bir köprü.
İkincisi, beton köprünün iki yüz metre batısında, Çiftlik Mezarlığı’na giden ‘Hızarcı Sokağı’ girişinde, sanki bir geçit görünümünde, basit ve çıkıntı ağaçlardan yapılmış tahta köprü.
(SÜRECEK)