Her felaketin ardından aynı soruları sorarız: “Bu nasıl oldu? Kim sorumlu?”
Bir süre ölenlere rahmet, yaralılara şifa diler, ardından yaşamımıza kaldığımız yerden devam ederiz. Ancak o küller savrulurken, aynı senaryo yeniden sahnelenir: Bir başka felaket, başka canlar, başka unutulanlar… Ve bir kez daha sorarız: “Neden? Kim ihmal etti? Nasıl önlenebilirdi?”
Yine bir süre konuşur, sonra tekrar unuturuz. Peki neden unuturuz?
Çünkü etik değerlerimizi unuttuk. Oysa etik, toplumun vicdanıdır, insanların kendi içindeki pusulasıdır. Bizler o pusulayı kaybettik. Anadolu’nun kadim öğretilerinden uzaklaştık. Annelerimizin askere evladını yollarken, çocuğunu çalışmaya uğurlarken ettiği o tembihi hatırlıyor musunuz? “Harama el uzatırsan sütümü helal etmem.”
İşte bu, etik değerlerin özüdür. Anadolu’nun anaları etik değerlerin anayasasını yazmış zaten. Peki ya biz? Biz o anayasanın altını nasıl bu kadar boşaltabildik?
Hepimizin yüreğini yakan otel yangınında kaybedilen canlar gündeme düştü. Yangın söndü ama geriye savrulan küller kaldı. Peki, bu küllerin arasından hangi gerçeği çıkarabildik? Sadece fiziksel ihmalleri mi, yoksa etik ihlalleri de gördük mü? Ucuz malzeme kullanımı, denetimsizlik, insan hayatının kâr oranlarından daha az değerli görülmesi… Bunlar sadece maddi ihmaller değil, aynı zamanda etik çöküşün birer yansımasıdır.
Etik, sadece bir işin doğru yapılması değil, o işi yaparken insan hayatına ve toplumun vicdanına karşı sorumluluk taşımaktır. Bir otelin yapımından işletilmesine kadar her aşamada etik değerlerin gözetilmesi gerekir. Yangın merdiveninin kilitli bırakılması, ucuz malzeme ile güvenlik önlemlerinin ihmal edilmesi, “denetim geçti” demek için atılan sahte imzalar… Bunların her biri etik bir yaradır ve o yaralar, en çok masum insanların canını yakar.
Özellikle toplumsal alanlar.
Babam gelir aklıma toplumsal alanlar deyince. Ondan öğrendik etiği; ben, benim kızlarım, torunlarım…
Çorum Şehir Stadı yapılırken babam Beden Terbiyesi Bölge Müdürü idi… Macit Çağlar… Sabah çok erken, biz uyurken evden çıkar, kahvaltıya dönerdi. Baba nereye gittin diye sorunca, “Kızım inşaatı sularken denetlemeye. Bu stada binlerce insan gelecek, bir çatlak olmamalı “derdi.
Stadı yapan müteahhidin çzalışanlarını sürekli denetlerdi. Kendi eviymiş gibi dikkat etmiştir stat ve kapalı salon yapılırken.
Bence etik böyle bir şeydi. İnsanlar, bir toplumsal alana adım attıklarında kendilerini emanet ederler. Ancak etik değerler unutulursa, o emanet en büyük ihanete dönüşür. Etik değerleri korumak, sadece yazılı kurallarla değil, içselleştirilmiş vicdanla mümkündür. Yangını çıkaran bir kibrit değil, etik değerlerden sapmış bir sistemdir.
Bu yangınlar sadece binaları değil, içimizdeki vicdanı da yakıyor. Anadolu’nun analarından miras kalan öğretiyi hatırlamak gerek: Harama el uzatmayacaksın. Canı, malı, güveni suistimal etmeyeceksin.
Etik değerlerimizi kaybettiğimiz sürece, hiçbir yangın son olmayacak, hiçbir kül savrulmayacak.
Bir yangının külleri içinde kaybolan o hayatlar, bize hep aynı gerçeği haykırıyor: Etik değerler olmadan ne bir bina, ne bir toplum, ne de bir vicdan ayakta kalır. O halde, vicdanlarımızı yeniden inşa etmek ve etik değerleri unutmamak için bugünden başlamalıyız. Yoksa bir sonraki yangının küllerinde aynı soruları sorarken buluruz kendimizi, yine cevapsız, yine geç kalmış bir şekilde…
Ankara