Ama yine de kontrolü kaybetmek istemiyordu; şiirini, yazdıklarını yıllarca izlemek başka, giderek sevmek de başkaydı, ama...
Evliydi, iki küçük çocuğu vardı ve 30 yaşındaydı.
Şair: "Atla gel, çocuklarını yanına al gel, yeni bir hayat kuralım" diye ısrar ediyordu.
Fısıltıyla, "Düşüneceğim" diye telefonu kapattı Azime. Ter içindeydi. Bitkindi. Eve dönerken, gömlek cebindeki şairin fotoğrafını çıkarıp baktı. Ağladı.
Hasan Hüseyin’i sevmekle, şimdiye dek sahip olduğu sevgileri yitirecek miydi? Birkaç gün Azime ne mektup yazdı ne telefon etti.
Şair Hasan Hüseyin ise mektup yazmayı sürdürdü. "Gel" diyordu hep. "Gel birlikte düşünelim."
Azime çocuklarını, kocasını düşünüyordu. Ya babalar, anneler, akrabalar... Göze almak kolay mıydı, çekip gitmeyi?
Günler boyu kendini kırlara attı. Deliler gibi dolaştı akarsu kıyılarında, pınar başlarında. Ürpererek uyandığı rüyalar gördü. Artık dayanamıyordu. Kararını önce ailesine açmaya karar verdi.
Babası pek sesini çıkarmadı. Annesi, "İnsanın başına kar da yağar, boran da savrulur" dedi. Yüreklendi.
Hemen koşup telgraf çekti sevdiğine: "Geliyoruz!"
İLK KARŞILAŞMA
17 Ağustos 1963.
Ankara Tren İstasyonu.
Azime’nin kalbi duracak gibi. Annelerinin içindeki yangından habersiz çocuklar sevinçliydi, yine Ankara’ya geldikleri için.
Tren istasyona girdi.
Azime’nin yüreği kıpır kıpır; şiir ile başlayıp mektupla devam eden bir sevdanın peşinden koşup Ankara’ya geldiğine inanamıyordu. Üstelik daha yüzünü bile görmemişti sevdiceğinin...
İşte gördü onu Azime; gri kabarık saçları, genç enerjik yüzlü, ince bedenli bir adam telaşla tren vagonlarına bakıyor.
Emindi, "Kesin bu o" dedi içinden.
El sallarken, utanarak seyretti aşkını; ince dal gibi boylu boslu bir adamdı şair.
Azime telaşlıydı, bu kez iki elini de sallamaya başladı. Hah o da gördü işte. Göz göze geldiler.
Tren istasyonunun lokantasına oturdular.
Gün boyu Ankara’yı gezerek sohbet ettiler.
Birkaç gün sonra Uşak’a döndü. Okuldaki görevini sürdürdü. Bu arada zor bir süreç sonunda eşinden boşandı.
Sadece evinde değil, Uşak’ta da sorunlar çıktı. Edebiyat öğretmeninin bir solcu şaire âşık olması, halk arasında yer yer öfkeli çıkışlara neden oldu. O, aşkının arkasında dimdik durdu. Uşak’ta, sorunlarla boğuşurken, 10 Haziran 1964 günü hayatını değiştirecek teklifi aldı. Hasan Hüseyin evlilik teklif etti. Aynı gece çocuklarla yine Ankara’nın yolunu tuttu. Ve bütün bunların sonunda aşkla devam eden evlilik gerçekleşiyor… Sonrasında toplumsal şiirlerinin hemen hepsi “Azimeli Temmuz” gibidir. Hasan Hüseyin karanlıklar içerisinde gergin bir bekleyiş içerisindeyken, Azime’yle karşılaşır ve ortalık aydınlanır. Çünkü Azime yalnız Hasan Hüseyin’in eşi değil, umudun, özgürlüğün, kavga ve devrimin bir temsili olarak da sunulur: ?
Sen geldin ey benim özlemim ülkem-kadınım devrim-biçimim / Yıkıldı ölülerin öğle sonu sarılıkları (…)?
“Temmuz bildirisi hem oğlunun adı hem de kadın ülkem” dediği Azime öğretmene yazılmıştır
Hasan Hüseyin'in 1983 tarihinde beyin kanaması geçirmesi bu büyük aşkın mutluğunun boynunu büküyor...
376 gün yoğun bakımda kalan aşkının başından hiç ayrılmayan Azime Hanım sevdiği adamı 26 Şubat 1984 tarihinde kaybediyor.
Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil'in, sanat yolculuğunun yanında, günümüzde Çorum’la ilgili anısını da anımsayanlar var. Şair,1969 yılında TİP 'den Çorum'dan milletvekili adayı oluyor. Başka kaynaklardan da okuduğum bu aşkı yazarken, Çorumlu gazeteci -yazar Soner Yalçın’ın Azime öğretmen ile yaptığı röportajdan yararlandığımı belirtmeliyim. Ellerine sağlık diyerek Azime öğretmen bu büyük aşkın kaybının ardından, Ağlasun/Burdur'da aşkıyla anılarını paylaştığı evlerini bugün Hasan Hüseyin Korkmazgil adıyla müze evi haline getirmiş. Bu sıra dışı, ezber bozan aşk, bugünün çabuk tüketilen duygu dünyasından bakınca; çok daha olağanüstü geliyor insana. Sıra dışı kadın, sıra dışı aşkını bugün aynı heyecanla sürdürmekte...